NUTUK
Ali Riza
Paşa Kabinesi'nin Çekilmesi, İstanbul'un İşkali
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Toplanması
Ali
Rıza Paşa Hükümetinin Çekilmesi
Baylar, biliyorsunuz ki İngiliz temsilcisi, Yunanlılar da içinde olarak İtilâf kuvvetlerine karşı savaşa son verilmesini hükümete önermişti ve bu sağlanırsa, İstanbul'un Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı yolunda yaldızlı bir söz de vermişti. Fakat İstanbul'da bu öneri yapılırken, Şubatın 18'inci, l9'uncu ve 20'nci günlerinde, Yunanlıların da İzmir'e yeni kuvvet, taşıt, pek çok cephane getirdiğini ve cephelere yollayarak yeni bir saldırıya hazırlandığını biz biliyorduk. Bu bilgimizi -hükümet işlerine karışmayınız yaygarasına bakmaksızın- İstanbul Hükümetine de duyurarak dikkatini çekmekten geri kalmadık.
Yunanlılar böylece saldırıya hazırlanırlarken Ali Rıza Paşa Hükümeti başka bir öneri karşısında kalıyor:
"Yunanlılar karşısında bulunan Kuvayi Milliye'yi üç kilometre geri aldırmak!"
Ali Rıza Paşa
Hükümetinin, bunu yapamayacağı besbelliydi. Ama amaç, onun düşürülmesi
idi. Sadrazam, ister istemez, bu önerinin yerine getirilemeyeceğini, yanıt
olarak bildirmiş.
3 Mart 1920 günü
Yunanlılar saldırıya başladılar. Gölcük yaylasıyla
Bozdağ'ı ele geçirdiler.
İşte bu olay üzerine Ali Rıza Paşa'nın düşünebildiği
tek çıkar yol, yerinde daha fazla kalmaktan vazgeçerek hemen çekilip bu
sorumlu işten yakayı sıyırmak olmuştur. Çünkü,
ulusal eylemi durdurma konusunda yapılan öneriyi yerine getirmeye çalışmış,
ama başaramamış olan Ali Rıza Paşa, bu kez de öneriyi
uygulattıracağım diye söz verip de bunu başaramazsa İtilâf
Devletlerince sorumlu tutulması olasılığı da akla
gelemez miydi?
Harbiye Nazırı
Cemal Paşa, Başkomutan Mister Corç Miln'in buyruklarını
uygulattıramadığından ötürü en sonunda hükümetten çıkarılmak
durumunda kalmamış mıydı? Ali Rıza Paşa için de böyle
bir işlem yapmaya kalkışılırsa, kendisini Padişahın
koruyabileceğine güvenebilir miydi? Böyle bir durumda, ulusal isteklerin
tek belirme yeri olduğunu söylediği İstanbul'daki Meclisi
Milli'ye güvenebilecek miydi? Ulusal irade adına konuşmasının
ve isteklerde bulunmasının artık yeri ve olanağı kalmadığını
söyleyerek cezalandıracağım diye gözdağı verdiği
Heyeti Temsiliye'ye dayanmaya gönül indirmeli miydi? Demek ki, kendisi için
çekilmekten daha uygun bir şey olamazdı. İşte o da öyle
yapmıştır. (belge: 241) Ali Rıza Paşa, hükümete ilk
saldırıldığında çekilmesi gerektiği yolundaki
uyarmamızı kabul etmedi. Yerinde durmakla yurda yararlı olacağını
söyledi. Meclisi Milli de bu bilgisizce görüşü uygun bularak onu
yerinde tuttu. Acaba yapılması söz konusu olan ödev, Yunanlılara,
saldırı hazırlıklarını tamamlayarak yurdun kutsal
topraklarından daha bir kısmını çiğnemek ve pek
sevgili yurttaşlarımızdan daha bir kısmını süngüler
altında inletmek için gerekli fırsatı hiç ses çıkarmadan
bağışlamak mıydı?
Padişah,
İşin ve Durumun Gereğine Göre Bir Kişiyi Sadrazamlığa
Seçeceğini Bildiriyor
3 Mart 1920 günlü şifrelerle
Rauf ve
Kara Vâsıf beyler hükümetin çekilme işini haber verirken, Felâhı
Vatan Grubu Başkanının, Meclis başkanı vekillerinin
saraya gönderildiklerini de bildiriyorlardı. Bu başkanlar, Padişah
katına kabul olunmamışlar. Başyazman ve Başmabeyinci
ile görüşmeleri buyrulmuş. Grup Başkanı, ulusal örgütün
Padişaha
bağlılığını bildirmiş. Sözü hükümetin çekilmesine
getirmiş. Padişah, başyazman aracılığı ile
şu buyruğu bildirmiş: "Bütün milletvekillerine selam.
İşin ve durumun ağırlığını ben de onlar
kadar anlıyorum. İşin ve durumun gereğine göre bir kişiyi
sadrazamlığa seçeceğim. Onun yetkisine el uzatarak arkadaşlarının
seçimine karışamam. Ancak, ona, çoğunluk grubuyla anlaşmasını
öğütleyeceğim."
Beni
İşlere Karıştırmak İstemeyenler Benden Hemen Sonuç
Verecek Önlem Bekliyorlar
Başkanlardan meydana gelen
kurul, teşekkür ederek ayrılmış. (belge: 242) Verilmekte
olan bilgiler arasında şunlar da vardır: "Milletvekilleri
telaşlı; ama, isteğe uygun bir hükümet kurulacağına güveniyorlar.
Yabancıların, Hürriyet ve İtilâfçıların
ve Nigehbancıların,
düzenledikleri gerici hareketlerde başarıya ulaşabilmek için,
Ferit Paşa'yı ya da yakınlarından birini iş başına
getirmeleri de olasıdır. Meclisi, elbette dağıtacaklardır.
Padişah katında etkili olacak önlemlerin oraca alınması
buyruklarınıza sunulur".
Baylar, tuhaf değil midir ki, bugün bunları bildirenler, daha birkaç hafta önce: "Meclis resmi olarak açıldığına göre, bundan sonraki buyruklarınızın bana bildirilmesini ve görüşlerinizin her yerde gereği gibi savunulacağına güvenmenizi" diye yazan kişilerdir. Birkaç hafta önce, İstanbul Hükümeti ile görüş birliğine vararak beni, işlere ve yürütüme karışmaktan alıkoymak isteyen kişiler, bugün İstanbul'da hiçbir şey yapmaya güçleri yetmediğini açığa vurarak, buradan, Heyeti Temsiliye'den etkili önlemler bekliyorlar.
Biz, bu isteği de yerine getireceğiz. Ama bu kişilerin isteği olduğu için değil; bunu, yurdun yararı böyle buyurduğu için...
Baylar, 3 Mart günü
ve 3/4 Mart gecesi, İstanbul'la haberleşmek ve oradaki durumu
anlatmakla geçti. 4 Mart günü, gerek İsmet Paşa'dan ve gerek öbür
kişilerden aldığım bilgiler üzerine durumu, genelge ile bütün
ordularla örgüt merkezlerimize ve ulusa bildirdim. (belge: 243, 244) Meclisi
Mebusan Başkanlığına şunu yazdım:
Ankara,
4.3.1920
Meclisi Mebusan Yüce Başkan
Vekilliğine
İtilâf Devletlerinin işlerimize sürekli karışmaları
karşısında artık Ali Rıza Paşa Hükümetinin çekilme
kararını Meclise bildirdiği üzüntüyle haber alınmıştır.
Aydın cephesinde, kutsal yurdumuzu ele geçirmeye çalışan düşmanla
Kuvayi Milliye çarpışmakta ve yurdun her karış toprağına,
içten bağlı ve özverili çocukları gömülmektedir. Hiçbir güç,
hiçbir yetki, tarihin buyurduğu bu görevden ulusumuzu alıkoymayacaktır.
Ulusal ve yurtsal bağımsızlığımızın sağlanması
uğrunda her türlü özveriye hazır bulunan ulusumuzun kutsal coşkusunu,
ancak ulusun tam güvenebileceği bir hükümetin iş başına
getirilmesi yatıştırabilir. Bütün ulus, bu tarihsel günlerde,
ulusal iradenin koşulsuz vekilliğini üzerlerine almış
bulunan milletvekillerinin kesin kararlarını sabırsızlıkla
beklemektedir. Yurda ve tarihe karşı yüklendiğimiz büyük
sorumluluğu ve bütün dünyanın, kürsünüze çevrili olan dikkatli
bakışlarını düşünerek, ulusun özverili dayancına
uygun kararlar alacağınıza güvendiğimizi ve yurtseverce çalışmalarınızda
bütün ulusun sizinle birlik ve size destek olduğunu bilginize sunarız
efendim.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Padişaha da
şu teli çektim baylar:
Ankara,
4 Mart 1920
Padişah Hazretleri'ne
İtilâf Devletlerinin, bağımsızlığa
ve onura dokunan saldırılarına ve Ateşkes Anlaşmasına
uymayan karışmalarına ve davranışlarına daha çok
dayanamayan hükümetin çekilmesiyle yüce devletinizde yeniden bir hükümet
bunalımı belirmesi, ulus kamuoyunda derin bir heyecan uyandırmıştır.
Yüce Padişahlık ve Halifeliğinizin çevresinde düşünce ve
ülkü birliğine vararak, yüce bağımsızlığınız
ve dokunulmazlığınız ve yüce devletinizin ülke bütünlüğü
için son özveriyi göze almış olan bütün uyruklarınız, düşmanlarca
yönetilen bazı karıştırıcılık ve kargaşa
düzenlerinden dolayı öteden beri üzgün ve kaygılı bir durumda
olup, hükümet bunalımının elden geldiğince çabuk
giderilmesini ve ulusal amaçları gereği gibi gerçekleştirebilecek
saygın bir hükümet kurulmasını beklemektedir. Meclisi Milli'nin
çoğunluk grubunda yoğunlaşan ulusal istek ve eğilimlerin yüce
katınızca da destekleneceğine, bütün uyruklarınız
gibi Kurulumuz da inanmaktadır. Ancak, içteki ve dıştaki bin türlü
tutkunun kabarması üzerine dirliği ve esenliği bozulma korkusu
geçiren ülkemizin, ulusal vicdana güven veremeyecek bir hükümet başkanına
bir dakika bile katlanamayacağını ve Tanrı esirgesin, böyle
bir durum ortaya çıkarsa bunun Osmanlı Devleti tarihinde benzeri görülmeyen
acı olaylara yol açacağını, yüce Padişahlık katının
bilgilerine sunmayı bir yurt ödevi sayarız. Buyruk Padişahımızındır.
Anadolu
ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti
Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Bu telin birer örneğini, bilgi için Meclisi Mebusan Başkanlığına ve kolordu komutanlarına yollamakla birlikte, birer örneğini de İstanbul gazetelerine ve Matbuat Cemiyetine (Basın Derneği) vermesini İstanbul telgrafhanesine buyurduk. Bundan başka baylar, komutanlara, valilere, mutasarrıflara ve Müdafaai Hukuk merkez kurullarına ayrıca şu genelgeyi de yolladık:
4
Mart 1920
İtilâf devletlerinin katlanılmaz bir duruma gelen karışmalarından
ve baskılarından ötürü hükümet, dünkü 3 Mart günü çekilmiştir.
Aldığımız sağlam haberlere göre hükümet, Ferit Paşa'nın
ya da ona benzer birinin iş başına getirilmesini ve İstanbul'da
yabancıların isteklerine hizmet edecek bir halifelik danışma
kurulu kurulmasını sağlamak üzere dış düşmanlarca
yönetilen ve karşıcıl partilerin aracılığıyla
kurulan bir komitenin çalışmalarının sonucu olarak düşürülmüştür.
Açıkça, komitenin çalışmasına yol açmak için İtilaf
devletleri, ilkin hükümeti çekilmeye zorlayacak baskılar yapmışlardır.
Durumun bu ağırlığı karşısında elbette
Meclisi Mebusan gereği gibi etkin girişimler yapmaktadır. Ancak,
bu girişimlerin eylemli olarak desteklenmesi için, ulusal amaçları
gerçekleştiremeyecek bir hükümet başkanına ulusun
katlanamayacağını çok sert bir dille Padişahlık katına,
Meclisi Mebusan Başkanlığına ve basına bildirmek
gerekir. Bu tel alınınca, dakika bile geçirilmeksizin, bu yolda
telyazıları hazırlanarak bu gece her halde çekilmesinin sağlanmasını,
buraya da yarın sabaha dek bilgi verilmesini önemle rica ederiz.
Anadolu
ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti
Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa
Kemal
Baylar, verdiğimiz
yönerge gereğince, ülkenin her yanından, ulusun her yönetim katından
4/5 Mart gecesi başlayan tel fırtınası, ayın beşinci
ve altıncı günleri, Padişah ve Meclisi Mebusan saraylarında
istenilen etkiyi yaptı.
Salih
Paşa Sadrazam Oluyor
Sonunda, 6 Mart günü, kim ve ne
olduğunu anlayamadığımız bir kişiden şu
haberi aldık:
İstanbul,
6 Mart 1920
Heyeti Temsiliye'ye
Sadrazamlık görevinin Bahriye Nazırı
Salih
Paşa'ya verildiği bilgilerine sunulur.
Müdafaai
Hukuk Cemiyeti
Genel
Yazman Vekili
Halit
Bu telin ardından
şu tel geldi:
Meclisi Mebusan, 6 Mart 1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Kutlu Halife Hazretleri, şimdi Meclisi Mebusan Başkanını
yüksek makamlarına buyur ederek sadrazamlık görevini, Ayan üyelerinden
eski Bahriye Nazırı Salih Paşa'ya verdiklerini bildirmişlerdir.
Salih Paşa da hükümeti kurma işiyle uğraşmakta olduğundan
bunalımın yarın akşama dek büsbütün ortadan kalkacağı
bildirilir.
Meclisi
Mebusan Başkanı
Celalettin
Arif
Baylar, Rauf Bey'in
de o gün, fakat daha hükümet başkanı belli olmadan verdiği
bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgileri veren
telyazısını olduğu gibi sunuyorum:
Kişiye özel,
çok ivedidir.
Dakika
geciktirilemez.
Harbiye,
6 Mart 1920
Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1-
Dün gece İzzet ve Salih Paşalarla görüştüm. Her
ikisine de sadrazamlık önerilmemiştir. Vekillik eden hükümet de
kimin olacağını bilmiyor. Eski Dahiliye Nazırı Reşit
Bey'in Saray ile Fransa ve İngiltere elçilikleri arasında gidip
gelmekte olduğu sağlam yerden öğreniliyor. Bir söylentiye göre,
kendisinin sadrazamlığa getirileceği sanılıyor. Önceki
gece Padişah Hazretleri, Tevfik Paşayı kabul etti. Daha sonra
Ferit Paşa'yı kabul ederek, saat beşten on sonraya dek görüştü.
Dünkü Cuma günü Balta Limanı'nda Ali Kemal ve eski Dahiliye Nazırı
Mehmet Ali'nin de bulunduğu bir toplantıda uzun görüşmeler
oldu. Daha sonra Rahip Fru da katılarak Ali Kemal'in evinde görüşmeler
sürdürüldü. Celâlettin Arif Bey, dün saat dört sonrada Padişah katına
kabul olundu. Durumun şimdiki bunalımın sürüp gitmesini kaldıramayacağından
yurdun ve Millet Meclisinin güveneceği bir hükümetin bir an önce işbaşına
getirilmesi için Celâlettin Arif Bey'in birkaç kez ileri sürdüğü dileğe
karşı Padişah Hazretleri, durumun inceliğini onun gibi anladığını
ve Kuvayi Milliye'nin gerekliliğine inandığını
bildirdikten sonra, içeride ve dışarda güven sağlayabilecek bir
kişinin çabuk atanamayacağı ve pazara dek düşünmek
gerektiği yolunda karşılık vermişler. Daha önce
bilginize sunduğum olaylardan sezinlediğime göre Padişah İngilizlerle
konuşup haberleşmektedir ve Londra' dan gelecek yanıtı
beklemektedir. Herhalde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden
umutlu olurlarsa, Ferit Paşa'nın Sadrazamlığa getirilmesi
bile uzak görülemez. Kısacası, şimdiye değin Padişah
doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşalardan başka kimseyi
kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur.
Saray adamlarından güveninizi kazanmış olduğunu bildiğim
bir kişi, Perşembe günü, Padişahın pek yakınları
adına beni özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Sorusuna yanıt
olarak, Padişahlık yararına, devlet ve ulus yararına işleri
yoluna koyacak kişinin siz olabileceğinizi; fakat şu sırada
işgalde bulunan İstanbul'a dönemeyeceğinize göre, İzzet Paşa'nın
sadrazam olması gerektiğini açık bir dille söyledim. Salih Paşa
Meclisin kapatılabileceğini de sezdiriyor. Birinci Başkan Vekili
Hüseyin Kâzım Bey'in de, Sarayla ve İngilizlerle Meclis adına
dolaplar çevirdiği anlaşılıyor. Bilgilerinize sunulur.
Celâlettin
Arif Bey bugün saraya gidecek. Durumu çok açık olarak Padişaha
anlatacak, karşıcılları iş başına getirirse,
Anadolu'daki örgütlerin sarsılacağını, böylece, Doğudaki
kendileri için dokuncalı olan ilkelerin ülkemize gireceğini ve
Halifeliğin Müslümanlar gözünde ne duruma düşeceğini açıklayacak
ve Anadolu'dan, ulusal örgüt merkezlerinden bu konuda gelen bütün telyazılarını
gösterecek ve bununla ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor
sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Örneğini
sonra sunarız. (Rauf)
2- Bu tel, 6.3.1920 günü saat 17.15 sonrada Harbiye Telgrafhanesine
verilmiştir.
Harbiye
Nazırlığı Başyaveri
Salih
Baylar, Rauf Bey'in, sadrazam bulmak söz konusu olurken benden söz açması elbette gereksizdi. Aramızda hiç böyle bir söz konuşulmuş değildi. Ben aslında İstanbul Hükümetinin yaşayacağından umutlu değildim. Osmanlı Devleti'nin yaşamını bitirdiğine ise çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını üzerime almak gibi cılız ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı kuşkusuzdu. Ben, doğal bir biçimde geçmekte olan devrim evrelerini soğukkanlılıkla izlerken, yarının önlemlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Rauf Bey, sözkonusu
ettiği Celâlettin Bey'in raporu örneğini de gönderdi. (belge: 245)
Hükümet kurulduktan sonra da şu bilgiyi verdi :
Harbiye,
8.3.1920
Yirminci Kolordu Komutan Vekilliğine
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1-
Hükümet şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa, Şeyhülislam
yerinde, Dahiliye yerinde, Hariciye Safa Bey yerinde, Harbiye yerinde, Bahriye
Salih Paşa vekil olarak, Nafıa Tevfik Bey asıl olarak, Maliye
Tevfik Bey vekil olarak, Devlet Şûrası Abdurrahman Şeref Bey
vekil olarak, Maarif Abdurrahman Şeref Bey asıl olarak, Evkaf eski
Şeyhülislam Ömer Hulûsi Efendi asıl olarak, Adliye Celâl Bey,
Ticaret Defterhane Emini Ziya Bey.
2- Celâl Bey'in tutumunu bilmiyoruz. Bu kuruluş, Damat Ferit Paşa'ya
zaman kazandırmak için Sarayın bir düzenidir. Salih Paşa, bir
bunalımı önleyerek bu yolda yurda yararlı bir hizmet gördüğü
inancındadır. Bizim düşüncemiz bu hükümete güvenoyu
vermemektir ve bunu, Grupta sağlamaya çalışıyoruz. Ferit Paşa
tehlikesi şimdi de vardır. Buna göre durumun güven altına alınması
buyruklarınıza sunulur.
3- Dikkate değer olarak şunu da bilgilerinize sunalım ki,
Salih Paşa, Meclisi Mebusan'dan nazır alamayacağı anlaşıldıktan
sonra, dışardan alacağı kişileri seçerken Grubun görüşünü
soracaktı. Oysa, şimdi bundan da vazgeçerek adları bildirilen kişilerle
hükümeti kendiliğinden kurmuştur efendim. (Rauf)
Harbiye
Başyaveri
Salih
Trakya'da
Cafer Tayyar Bey'in İzlediği Yanlış Bir Görüş
Baylar, İstanbul bunalımı
üzerine verdiğim açıklama epeyce uzadı. Aslına bakılırsa,
İstanbul'da öteden beri sürüp giden duruma yeniden daha birçok olayların
eklendiğine tanık olacağız.
İzin verirseniz, yeniden İstanbul'a dönmek üzere, biraz da Edirne dolaylarındaki duruma göz atalım. Şimdiye değin genel olarak söylediklerim arasında yeri geldikçe Trakya'yı da hiçbir zaman örgütlerimizin ve tasarılarımızın dışında tutmadığımızı anlatmış olduğumu umarım. Edirne ile ilişkimiz ve haberleşmemiz, yurdun her yeri ile olduğu gibi sürdürülmekte idi.
Yaptığımız
yazışmalardaki dikkate değer bazı noktaları yüce
topluluğunuza açıklayarak bildirmek uygun olur.
Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 günlü çok ayrıntılı bir raporunda, Trakya'da ve özellikle Batı Trakya'da, Yunanlıların yaptıkları girişimleri ve çalışmaları eksiksiz açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalarına karşı kendisinin gereği gibi düzenleme yapamadığından yakınıyordu.
"Kolordusunun, bu durum ve gelecekte çıkabilecek olaylar karşısında uygun bir konum almasına General Miln'in olmaz dediğinin yazışma sonunda anlaşıldığını" bildiriyordu. (belge: 246)
General Miln'in gerekli düzenlemeleri yapmamıza olmaz diyeceği elbette kuşku götürmezdi. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla sorup anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve usa vurma ile kalkışılmıştı?
Cafer Tayyar Bey'e 3 Ocak 1920'de verdiğim yönergede, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe göre silahlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım: "Askeri durumu değiştirmekle elde edilemeyen yararların böylece karşılanması gerekir." dedim. (belge: 247)
Harbiye Nazırı bulunan Cemal Paşa'ya da gene o gün durumu bildirerek, Yunanlıların Doğu Trakya'da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım. (belge: 248)
Trakya-Paşaeli Cemiyetinin gönderdiği raporlarda gereği gibi örgütler kurulamadığından söz ediliyor ve kimi yüksek görevlilerden yakınılıyordu. (belge: 249) Bu gibi görevlilere öteden beri bazı uyarmalarda bulunuyordum. (belge: 250)
Yakınmanın
önemlisi Cafer Tayyar Bey'den gelmeye başladı. Örneğin, bu konu
ile ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım:
26
Ocak 1920
Sayın Paşam,
Arif Bey'in, Trakyalılarla ilgili olarak, sözlerini doğrularım. Trakya Cemiyeti, silah gücü ile desteklenmemiştir. Ne yazık ki, Cafer Tayyar hepimizi aldatmış; hiçbir örgüt kurmamış, bir tek tüfekle olsun, silahlandırma işine girişmemiştir. Cafer'i, yalnız kendisini düşünmekle suçlarım. Bulgaristan durumundan da büsbütün habersiz, tam bir aymazlık içindedir.
Son günlerde Cafer'in, tümenlerine yazdığı bir
buyruk bir rastlantı ile elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından
ve düşüncelerinden söz ettikten sonra, bu durum karşısında
artık Müdafaai Hukuk Cemiyetinin yönergesine göre ulusal örgütler
kurmaya başlamak gerekirse, bu işte subaylar aracılığı
ile halka yardım edip etmemek konusunda ne düşündüklerini
komutanlardan soruyor. Artık düşününüz... Tanrı ulusal işlerde
aldatanları yok etsin. Ama, yazık aldanmış olanlara!
Sonuç: Bulgar askerleri Batı Trakya'yı boşaltarak
gittikleri ve beş on memurla 150-200 jandarmadan başka kuvveti
bulunmadığı halde bile, ayaklanarak ve savaşarak yurdu
savunacağını beklediğimiz Trakya, bir şey yapamadı.
Cafer bu durumda bir acı duydu mu bilmem? Bunun için, artık Topçu
İhsan'ı, Veteriner Rasim'i (zeki, canlı, ılımlı
pek güvenilir bir arkadaş) örgüt kurmak üzere Trakya'ya göndereceğiz.
Buradan silah da göndereceğiz. Körolası Cafer, yalnız bunları
serbest bıraksın, gölge etmesin başka bir bağış
istemeyiz.
Edirne kesimini İngilizler, katıksız İngiliz
olan erlerle teslim alıyorlar. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz'da
toplanıyorlar. Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan haydutluğu çok.
Halkın sızlanması karşısında Vali, elini ovuşturmakta.
Cafer güçsüzlüğünü göstermekte. Trakya'nın bolşevikliğe
karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olacağı,
Bulgarların harekatına uğrayacağı umulur. Orada güçlü
bir pençe ve kafa gerek. Ne Cafer, ne Vali bu işe yeterli ve özverili değillerdir.
İşte gidiş ve durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum.
Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre
ile açıklama isteğinde bulunmuştum. Karşılık
alamadım. Paşam, kişisel bir siyasa güttüğümü mü sanıyorsunuz?
Yoksa, amacı kavramayacak, durumu anlamayacak şaşkınlardan
olduğumu mu kestiriyorsunuz? Her iki hali de protesto ederim. İnancım
ve ereğim birdir. Hiç sapmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir
şey düşünüyor ve bana söylemek istemiyorsanız ona bir şey
demem. Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere
pek çok üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni karşılıcılığa
sürüklemez. Ama arada senlik benlik işini ortaya çıkarması
elbette beklenebilir. Buna göre dikkatinizi çeker ve gerçek iyice belirmeden
ve benim neler çektiğimi anlamadan girişimlerde bulunmanızın,
sizden beklenen ve hiç savsaklanamayacak olan incelik ve soğukkanlılık
gereği olduğunu şuracıkta söylememe izin veriniz. Saygılarımla
başarı dileklerimi sunarım paşam.
Vâsıf
Baylar, Edirne'den gelen yazılardan, raporlardan, bence yanlış bir siyasal görüş üzerinde durulduğu anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da, bu yanlış görüşün uygun bulduğunu gösteren cümleler vardır. Bu yanlış ilkeyi düzeltmek için öteden beri ileri sürdüğümüz düşüncemizi 3 Şubat 1920 günü bir kez daha Cafer Tayyar Paşa'ya ve İstanbul'da Rauf Bey'e bildirdim.
Yinelediğim düşünce
şu idi:
"Doğu ve Batı Trakya'nın ulusal bir bütün olarak tasarlanması ve söylenmesi doğru bir siyasa değildir. Doğu Trakya'nın, yurdumuzun bir parçası olduğuna karşı gelinemez ve bu tartışılamaz. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce bırakılmış bir topraktır.
Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya'yı kurtarmaya çalışanların bir toplanma ve yönetim yeri olabilir.
Doğu ve Batı Trakya'nın birliğini üsteleyerek ileri sürmek, Doğu Trakya'da da bazı isteklerin ileri sürülmesine yol açabilir.
Bulgarların da, Adalar Denizi'nde (Ege Denizinde) iktisadi bir çıkış yeri istemeleri ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Bulgaristan'da bu bakımdan çalışılmalıdır. (belge: 251)
Cafer Tayyar Paşa da görevlilerden ileri gelen kişilerden, halktan yakınıyordu. 7/8 Mart 1920 günlü bir şifresinde: "Bizde halk her işi hükümetten beklemekte, yüksek sivil görevlilerin tarafsız durumu takınmaları yüzünden ulusal örgütler istekleriniz üzere kurulamamaktadır. İl içinde sık sık yapmakta olduğum denetlemelerde özellikle köylülerle sıkı ilişki kuruyorum ..................... Ama, her köye gidemiyorum ................. İşin, köklü ve yaygın olması hepimizce istenilmekte olup bunun da bildirilen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışılmakla gerçekleştirilebileceğini bilginize sunarım." diyordu. (belge: 252)
Baylar, General Miln,
Cafer Tayyar Paşa'ya askeri konumunu değiştirtmiyor. Vali ve
mutasarrıflar tarafsız kalıyor ve her işi hükümetten
bekleyen halka ulusal örgüt kurmada önderlik ve kılavuzluk etmiyorlar.
Bu sakıncalar kalkmadıkça, işin köklü ve yaygın olamayacağı
kanısında bulunuluyor.
Karakol
Cemiyeti İstanbul'da Örgütünü Genişletmeye Çalışıyor
Baylar, bir ara bir Karakol Cemiyetinden ve onun çalışmalarını yasaklama konusundaki girişimlerimizden söz etmiştim. Bu cemiyetin İstanbul'da örgütünü daha da geliştirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yeniden şöyle bir uyarmada bulunmak gerekti:
Yazı ile
12
Mart 1920
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı
Albay
Şevket Beyefendi'ye
İstanbul'da bulunan örgütümüzün, amacı gerçekleştirmeye yetmediği anlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve hele bugünlerde Ankara'ya gelen ve durumu bilen kimi kişilerin verdikleri bilgiye göre, bu işteki başarısızlığın nedeni Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti örgütü adı altında Karakol Tüzüğünün uygulanmasına çalışılması olduğu anlaşılmıştır.
Karakol Tüzüğü, birçok kimseleri örgütlerimizle ilişki
kurmaktan ürkütmüştür. Bundan ötürü, örgütlerimizi Müdafaai Hukuk
Örgüt Tüzüğüne göre kurmak, özellikle İstanbul için yeter.
Çünkü, İstanbul'da asıl gücü, düşünce akımlarını
birleştirmekte aramalıdır. İstanbul'da eylemli hareketler ve
özel girişimler için kurulacak silahlı örgüte bile, Müdafaai
Hukuk Tüzüğü Eki'nin uygulanması yeter. İstanbul Merkez Kurulu
ve ona bağlı örgütler yönetim kurullarının açıktan
çalışmalarında sakınca görülüyorsa, bu kurullarda görev
alacak kişiler, kimliklerini gizli tutabilirler. Bu yolda kurulmuş ve
kurulacak olan örgütlerin ve bunların merkez kurulları ile yönetim
kurullarında görev alan kişilerin adlarının güvenli bir
araçla bildirilmesi yolunda yüce yardımları pek çok rica olunur
efendim.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa
Kemal
İstanbul'daki Kuvayi Milliye İleri Gelenlerinin Tutuklanması İçin Londra'dan Gelen Buyruk
Şimdi isterseniz, yeniden İstanbul'a dönelim. 11 Mart 1920 günlü bir telde Rauf Bey şu bilgiyi veriyordu: 10 Mart l920 günü öğleden sonra İtilâf temsilcileri toplanmışlar. Londra'dan gelen ve İstanbul'daki Kuvayi Milliye ileri gelenlerinin tutuklanması ile ilgili olan bir buyruk içeren sorun üzerinde görüşmüşler ve buyruğu yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir bir kişiye sağlam bir yerden gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin bir an önce İstanbul'dan uzaklaşmaları gerektiği bildirilmiş. İlgililer, bu konuyu çeşitli olasılıklara göre inceledikten sonra, işin sonuna dek İstanbul'da kalarak namus ödevini yapmaya karar vermişler. Sadrazam Salih Paşa, bile bile bu duruma yol açmakta imiş. Onun için hükümeti düşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına güveniyorlarmış. (belge: 253)
Rauf Bey'in bu
telinin arkasından, gene o gün gelen kısa bir telinde: "Son
bildirdiklerimize karşı ve hükümetin durumu üzerine hiçbir düşünce
bildirmediğiniz için, telin size varmamış olmasından ve sağlığınızdan
haklı olarak kaygılıyım. Cevabınızı gözlüyoruz"
denilmekte idi.
Rauf Bey'e ve bilgi için
On Beşinci ve Üçüncü Kolordulara 11 Mart günü şu bilgiyi
vermiştim:
11
Mart 1920
Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920'de Ankara'da Fransız
Temsilcisi Yüzbaşı Buazo'nun (Boizeau) dilmacı olup bize öteden
beri gizlice haber ulaştıran bir kişi, Ankara'daki İngiliz
Temsilcisi Vitel'in (Withall), aldığı bir tel üzerine, eşyası,
ağırlıkları ve yanındaki adamlarıyla birlikte bugün
Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a gideceğini ve bu trenden sonra
İngilizlerin, demiryolu ulaştırmasını durduracaklarını
bildirdi. Adı geçen Vitel, gerçekten bugün, habere uygun olarak, yola çıktı.
Bu bakımdan, demiryolu ulaştırmasının da durması
kuvvetle umuluyor. Bu işin, İtilâf devletlerince İstanbul'da alınan
önlemlerle ilgili bulunduğu kuşku götürmez.
Mustafa
Kemal
Rauf Bey'in son yazısına
da şu yanıtı vermiştim:
"Hükümete güvensizlik oyu vererek sizlerin atılış
yapmanız o denli güçlü bir nedene bağlanamayacaktır. Grubun
dayanışma ve direnme gücü ve işbirliğindeki kesin tutumu
üzerine açık bir görüşe ve kanıya varmadıkça, Salih Paşa'nın
Grup Yönetim Kurulu ile görüşmeksizin iş görmesini bir meşrutiyet
sorunu yapma yolundaki kararınız üzerine hiçbir düşünce ileri
süremem. İngilizlerin tutuklama kararına karşı Meclisin,
sonuna değin yiğitçesine görevini yapması pek yararlı ve
parlaktır. Ancak, sizinle birlikte, varlıkları ilerideki girişimlerimiz
ve eylemlerimiz için çok gerekli olan arkadaşların, sonunda bize katılabilmeleri
kesin olarak güven altına alınmalıdır. Yoksa, Grubun birlik
ve kararlı olarak iş görmesini düzenleyebilecek kişileri şimdiden
görevlendirerek sizlerin hemen buraya gelmeniz çok gereklidir. Buraya
gelecekler arasında ülkeyi temsil niteliğinde olanlarla, gerekince hükümet
kurmaya ve yönetmeye yeterli kişilerin bulunması önemlidir. İtilâf
Devletlerinin zorlama önlemlerine başvuracakları kuşku götürmez....
vb. Mustafa Kemal." (belge: 254)
Baylar, Rauf Bey'i ve öteki kişileri tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla, hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ama ne yazık ki, bu çağrımız gerektiği kadar önem ve ağırlıkla dikkate alınmadı. Rauf Bey, Vâsıf Bey gibi kişiler, en sonunda tam bir uysallıkla Malta'ya gittiler. Bunu biliyorsunuz.
Son dakikaya değin
Anadolu'ya geçmek ve Ankara'ya gelmek yolunun ve önlemlerinin kimi arkadaşlarca
hazırlandığı ve sağlandığı bana anlatılmıştır.
Eğer böyle idiyse, bu kişilerin Ankara'ya gelmeyi kabul etmeyip
İngilizlere teslim olmayı ve Malta'ya gitmeyi yeğlemelerindeki
neden ve özür, gerçekten incelenmeğe değer. Doğrusu, Türkiye
durumunun ve geleceğinin kuşkulu, karanlık, ölümcül görüldüğü
kuramına göre, bu karanlık tehlike içine atılanların,
korkunç ve ürkünç bir sonuçla karşılaşmaları
kuruntusunun etkisi altında, en sonunda herhangi bir zindanda bir süre
kalmak üzere düşmana teslim olmayı yeğleyebilecekleri uzak görülemez.
Bununla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktan çekinirim.
Bu düşünce iledir ki, bu kişileri Malta zindanlarından
kurtarmak için her yola başvurarak, elden gelen girişimleri yapmaktan
geri durmadım.
İstanbul'un
İşgali
Baylar, İstanbul'da Onuncu Tümen
Komutanından Ankara'da Yirminci Kolordu Komutanlığına 9 Mart
1920 gün ve 465 sayılı, şifre ile kapatılmış bir
yazı, 14 Mart 1920 günü geldi. Açılmışı şu idi:
Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne
İngilizlerin Türk Ocağına el koymaları üzerine,
Milli Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın bu yeni
taşındığı yer de dün öğleyin gene İngilizlerce
yeniden işgal edilmiştir efendim. 9 Mart 1920. (Hâdi)
Baylar, 1920 yılı
Martının 16'ncı günü öğleden önce saat onda, makine başında
şöyle bir tel verildi:
İstanbul,
16.3.1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne
Bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Mızıka
Karakolu'nu İngilizler basıp, oradaki askerlerle İngilizler çarpışarak,
sonunda, şimdi
İstanbul'u
işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize sunulur.
Manastırlı
Hamdi
Ben bu telin altına kurşun kalemiyle "Tez elden Kolordulara benim imzamla, M. Kemal" işaretini koyduktan sonra, bu teli verenden açıklayıcı bilgi almaya başladım. Manastırlı Hamdi Efendi durmadan bilgi vermeyi sürdürdü:
Bizim en güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki,
yalnız o değil herkes, yani gelenler söylüyorlar. Şimdi de
Harbiye'ye girdiklerini haber aldık. Dahası, Beyoğlu
telgrafhanesinin önünde İngiliz erleri olduğunu öğrendik;
fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri belli değildir.
Bu sırada baylar, Harbiye telgrafhanesinden görevli Ali, bilgi vermeye başladı:
Sabahleyin İngilizler basarak, altı kişi şehit
oldu; on beşe yakın da yaralı var. Şimdi İngiliz erleri
dolaşıyor. Şimdi, işte İngiliz erleri Harbiye Nazırlığına
giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli
kes! İngilizler buradadır.
Yeniden Manastırlı
Hamdi Efendi bizi buldu:
Paşa Hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de İngiliz deniz erleri işgal
edip teli kestiği gibi, bir yandan da Tophane'ye giriyorlar. Bir yandan da
zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor
efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit, 15 yaralımız vardır.
Paşa Hazretleri, yüce buyruklarınızı bekliyorum.16 Mart
1920.
Hamdi
Hamdi Efendi teli
şöyle sürdürdü:
Sabahleyin bizim erler uykuda iken, İngiliz deniz erleri
karakola gelip giriyor. Erlerimiz uykudan şaşkın kalkınca çarpışmaya
başlanılıyor. Sonunda bizden altı kişi şehit
oluyor, on beş kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, önceden bu alçaklığı
tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma
yanaştırıp Beyoğlu bölgesini ve Tophane'yi işgal etmişler.
Bir yandan da Harbiye Nazırlığını işgal etmişler.
Dahası, şimdi ne Tophane ve ne de Harbiye telgrafhanesi bulunamıyor.
Şimdi de haber almış olduğuma göre, Derince'ye dek yayılıyorlarmış
efendim.
İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orasına da
el koydular sanırım. Tanrı korusun. Buraya da gelmesinler.
İşte Beyoğlu telgraf görevlileri, müdürleri geldiler. Kovmuşlar.
Bir saate dek burası da işgal olunacaktır. Şimdi
haber aldım efendim.
Rahmetli Hayati Bey,
ilk haberi veren telyazısı üzerine benim yaptığım işarete
uygun olarak verilen bilgileri özetlemiş. Rumeli ve Anadolu'daki bütün
komutanların adreslerine çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden
Edirne'ye çektirilmesini söylemiştim. (belge: 255) Hamdi Efendi :
Yüce buyruklarınız yerine getiriliyor. Edirne'ye yazıyorum,
bütün merkezleri hazır ettirdik.
diye bildirdi. Hamdi
Efendi'den:
Milletvekilleri için bir haber aldınız mı? Meclisi Mebusan telgrafhanesi ile haberleşme oluyor mu?
diye sordum. Hamdi
Efendi:
Evet oluyor. On Dördüncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa
istiyordu, verelim mi?
Baylar, bundan sonra
artık Hamdi Efendi'nin sözünü işitmedik. İstanbul telgraf
merkezinin de işgal edilmiş olduğu kanısına vardık.
Manastırlı
Hamdi Efendi
Bu yurtsever ve yiğit Manastırlı
Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul'da geçen bu acı olayları
öğrenmek için kimbilir ne zamana dek bekleyip duracaktık? İstanbul'da
bulunan nazır, milletvekili, komutan ve örgütümüz adamları içinden
bir kişi çıkıp da zamanında bize haber vermeyi düşünememiş
olduğu anlaşılıyor. Demek, hepsini heyecan ve çarpıntı
kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da
bulunan ucuna yanaşamayacak denli şaşkın bir duruma gelmiş
oldukları yargısına varmak, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf
memuru Hamdi Efendi sonradan Ankara'ya gelerek karargâhımız telgraf
memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü
burada açıkça söylemeyi ulus ve yurt ödevlerimden sayarım.
Baylar, bu durum üzerine her
şeyden önce doğabilecek bir kötülüğün önüne geçmek için
şu buyruğu verdim:
Telyazısı, ivedidir.
Ankara,
16 Mart 1920
Bütün Vali ve Mutasarrıflara
Sivas'ta Üçüncü Kolordu, Bandırma'da
On Dördüncü Kolordu,
Ankara'da Yirminci Kolordu, Erzurum'da
On Beşinci Kolordu,
Konya'da On İkinci Kolordu,
Diyarbakır'da
On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına,
İzmir Cephesinde Refet
Beyefendiye,
Balıkesir'de Altmış
Birinci Tümen Komutanlığına,
Bütün Müdafaai Hukuk Merkez ve Yönetim
Kurullarına
Bugünkü duruma göre ulusumuz, uygarlık dünyasının
insanca duygularla dolu olan vicdanlarına ve bütün İslam dünyasının
ruhsal birliğine güvenmekle birlikte, bir süre için, dost olsun, düşman
olsun, bütün resmi dış dünya ile geçici olarak değinemeyecektir.
Bu günlerde yurdumuzdaki Hıristiyan halka karşı göstereceğimiz
insanca davranışın değeri pek büyük olduğu gibi; hiçbir
yabancı hükümetin eylemli ya da görünüşte kalan yardımını
görmeyen Hıristiyan halkın dirlik ve düzenlik içinde yaşamaları,
soyumuzun yaratılışında bulunan uygarlık yeteneğine
en kesin bir kanıt olacaktır. Yurt yararına aykırı çalışmaları
görülenlerle dirlik ve düzenliği bozanlar için hangi din ve soydan
olduklarına bakılmayarak, yasa buyruklarının eşitlik ve
sertlikle uygulanmasını; bulundukları yerdeki hükümet örgütüne
bağlılık gösteren ve uyrukluk ödevlerini eksiksiz yapanların
korunup esirgenmesini önemle diler ve bu dileğimizin bütün ilgililere
tez elden bildirilmesini ve bütün ulusa uygun görülecek araçlarla
duyurulmasını rica ederiz efendim.
Müdafaai
Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa
Kemal
İtilaf
Devletlerinin Yurda Telle Yapmak İstedikleri Resmi Bildiri
Resmi Bildirim
Beş
buçuk yıl önce Osmanlı ülkesinin alınyazısına her
nasılsa el koyan İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri,
Almanların aldatıcı sözlerine kapılarak Osmanlı
Devletini ve ulusunu Genel Savaşa soktular. Bu haksız ve uğursuz
siyasanın sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devleti ve ulusu, bin türlü
felaket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki İttihat
ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri bile
bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çıkar
bir yol bulamadılar. Ateşkes Anlaşması yapıldıktan
sonra İtilâf devletlerine bir görev düştü. İşbu görev,
eski Osmanlı ülkelerindeki bütün halkın, soy ve din ayırmaksızın
yarınki mutluluklarını, gelişmelerini, toplumsal ve iktisadi
hayatlarını güven altına alacak bir barışın
temellerini atmaktı. Barış Konferansı, bu görevi yapmakla uğraşırken,
kaçak ittihat ve Terakki ileri gelenlerinin düşüncelerini yürüten kimi
kişiler, "Ulusal Örgüt" takma adı altında bir düzen
kurarak ve Padişah ile İstanbul Hükümetinin buyruklarını
hiçe sayarak savaşın acı sonuçlarıyla büsbütün tükenmiş
olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli halk toplulukları
arasında geçimsizlik yaratmak, ulusal yardım diye halkı soymak
gibi işlere kalkıştılar ve böylece, barış değil,
sanki yeni bir savaş dönemini açmaya giriştiler. Bu özendirme ve kışkırtmalara
karşın, Barış Konferansı görevini sürdürdü ve
sonunda İstanbul'un Türkler elinde kalmasına karar vermiştir.
İşbu karar, Osmanlıların gönlünü rahatlatacaktır.
Ancak, bu kararlarını İstanbul Hükümetine bildirdikleri zaman,
uygulanmasının ne gibi koşullara bağlı olduğunu da
hatırlattılar. İşbu koşullar, Osmanlı illerinde
bulunan Hıristiyanların canlarını tehlikeye düşürmemek
ve bugün İtilâf devletlerinin askeri güçlerine karşı durmadan
yapılmakta olan saldırılara son vermekti. İstanbul Hükümeti
bu uyarmaya karşı, bir ölçüye dek iyi niyet göstermiş ise de,
"Ulusal Örgüt" takma adı altında iş gören kimseler,
ne yazık ki, dürtükleme ve kışkırtmalarından vazgeçmek
istemediler. Tersine, hükümetin kendileri ile işbirliği yapmasını
sağlamaya giriştiler. Herkesin sonsuz bir istekle beklediği barış
için büyük bir tehlike yaratan bu duruma karşı İtilâf
devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin
uygulanmasını sağlayabilmek için, gerekli önlemleri düşünmek
zorunda kaldılar. Bunun için bir tek çıkar yol buldular. Bu da,
İstanbul'u geçici olarak işgal etmek idi. Bu karar bugün uygulandığından,
kamuoyunu aydınlatmak için aşağıdaki noktalar açıklanır:
1-
İşgal geçicidir.
2- İtilâf devletlerinin isteği, Padişahlığın
erkini kırmak değil, tersine Osmanlı yönetiminde kalacak ülkelerde
o erki desteklemek ve sağlamlaştırmaktır.
3- İtilâf devletlerinin isteği, yine Türkleri İstanbul'dan
yoksun etmemektir. Ama, Tanrı korusun, taşrada genel karışıklık
ve kırım gibi olaylar çıkarsa, bu karar değiştirilebilir.
4- Bu sıkışık zamanda, Müslümanlar olsun, Müslümanlardan başkaları olsun, herkesin ödevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardım etmek; Osmanlı Devletinin yıkıntısından yeni bir Türkiye yaratmak için yaptıkları delilikle son bir umudu da yok etmek isteyenlerin aldatmalarına kapılmamak ve şimdi de padişahlık başkenti olarak kalan İstanbul'dan verilecek buyruklara uymaktır.
Yukarıda sözü edilen kışkırtmalara katılan
kimselerin bazıları, İstanbul'da yakalanmışlardır.
Onlar elbette kendi yaptıklarından ve sonra o yaptıklarının
sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.
İşgal
Kuvvetleri
Bu bildirim dolayısıyla
hemen şu genelgeyi
yayımladım:
16
Mart 1920
Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaai
Hukuk Kurullarına
İstanbul'un, İtilâf devletlerince, çarpışma
ile ve zorla işgali gerçekleşmiştir. Haince ereği olan birçok
kişiler, bu suikasttan yararlanarak ulusu aldatmaya kalkışabilirler.
Nitekim, resmi bildirim biçiminde, imzasız kimi bildiriler yayımlanmak
istendiğini öğreniyoruz. Yanlış davranışlara yer
vermemek ve gerçek duruma aykırı heyecanlar yaratılmamak üzere,
bu gibi söylentilere kesinlikle önem verilmemesi gereklidir. Gerçek durumu
izleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, ulusu aydınlatacaktır.
Mustafa
Kemal
Yabancı
Devletlere Yaptığım Protesto
Baylar,
o gün türlü araçlarla şu protestoyu gönderdim :
16 Mart 1920
Protesto
İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasal Temsilcilerine, Amerika Siyasal Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliğine
Ulusal bağımsızlığımızı temsil eden Meclisi Mebusan ile birlikte İstanbul'da bütün resmi daireler İtilâf devletlerinin askeri güçlerince resmen ve zorla işgal edilmiş; bu arada, ulusal amaçlara uygun iş gören birçok yurtsever kimselerin tutuklanmasına da girişilmiştir. Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımızı ve varlığımızı, ne pahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük ve ulus duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş demektir.
Biz, haklarımızı
ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz
savaşımın kutsallığına ve hiçbir gücün bir
ulusu yaşamak hakkından yoksun bırakamayacağına inanıyoruz.
Tarihin bugüne dek yazmadığı nitelikte bir yağınma
olan ve Vilson ilkelerine
göre düzenlenmiş bir Ateşkes Anlaşması ile ulusumuzu
savunma araçlarından yoksun etmek gibi bir düzene dayanılarak yapıldığı
için, ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağdaşmayan
bu davranış üzerine yargıya varmayı, resmi Avrupa ve
Amerika'nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve
Amerika'sının [Amerika'ya altı çizilen kısım yazılmamıştır.
Yalnız "Amerikanın" sözü yazılmıştır.
(Atatürk'ün notu)] vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak
büyük tarihsel sorumluluğa son olarak bir daha dünyanın dikkatini
çekeriz. Davamızın yasallığı ve kutsallığı,
bu güç zamanlarda, Tanrı'dan sonra en büyük desteğimizdir.
Anadolu
ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Heyeti
Temsiliyesi adına
Mustafa
Kemal
O günün gecesinde
şu yönergeyi genelge ile bildirdim:
Şifre
16
/17.3.1920
Bütün Vali ve Komutanlara
İstanbul'un ve resmi dairelerin, özellikle Meclisi Mebusan'ın,
İtilâf devletlerince resmen ve zorla işgal edilmiş olması
ve bu eylemin, Ateşkes Anlaşması ile ulusu silahından yoksun
ettikten sonra yapılması söz konusu edilerek, İtilaf devletleri
temsilcilerine ve bütün tarafsız devletler dışişleri
bakanlıklarıyla İtilâf devletlerinin Millet Meclisi başkanlıklarına
protesto telleri çekilmek üzere gösteri toplantıları yapılması
gerekli görülmektedir. Protesto tellerinde özellikle, bu saldırının,
Osmanlı egemenliğinden daha çok, yirmi yüzyıllık bir
uygarlık ve insanlığın ortaya koyduğu özgürlük, ulusçuluk
ve yurtseverlik ilkelerini vurmak olacağı ve Osmanlı ulusunun
varlığını ve bağımsızlığını
savunma konusundaki dayanç ve inancına bu olayın hiçbir etki
yapamayacağı, yalnız uygar ulusların bu saldırıya
göz yummakla büyük bir tarihsel sorumluluk altına girmiş olacakları
belirtilmelidir. Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlarıyla
Millet Meclisi başkanlıklarına çekilecek teller, İstanbul'da
ilgili makamlara verilmekle birlikte, Antalya'daki İtalyan Temsilcisi aracılığıyla
da verilmelidir. Protesto tellerinin birer örneğinin de buraya gönderilmesini
rica ederiz.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa
Kemal
Şifre
16.3.1920
Albay Refet Bey'e
Son olaylar dolayısıyla her yerde yapılan gösteri
toplantıları sonunda çekilecek protesto tellerinin birer örneğinin
de İtilâf Devletlerinin toplantı halinde bulunan Millet Meclisi başkanlıklarına
ve tarafsız devletlerin de dışişleri bakanlıklarına
gönderilmesini yararlı sayıyoruz. Antalya'daki İtalyan
Temsilcisinin bu işe yardımını sağlamanızı
rica ederiz.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa
Kemal
Ulusa
Yayımladığım Bildiri
Baylar, gene o gün ulusa şu
bildiriyi yayımladım:
16.3.1920
Bildiri
Bütün Komutanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve
Müdafaai Hukuk
Cemiyetlerine, Belediye Başkanlıklarına,
Basın Derneğine
İtilâf
devletlerinin şimdiye dek ülkemizi bölüşmeye yol bulmak için giriştikleri
çeşitli önlemler biliniyor. Önce, Ferit Paşa ile anlaşarak
ulusu savunmasız bir durumda yabancı yönetimine tutsak etmek ve
yurdun çeşitli önemli yerlerini savaşı kazanan devletlerin sömürgelerine
katmak düşünülmüştü. Kuvayı Milliye'nin, ulusun genel desteği
ile bağımsızlığı savunmada gösterdiği dayanç
ve direniş bu düşünceyi altüst etti. İkincisi, Kuvayı
Milliye'yi aldatarak ve ondan izin alarak doğuda üstünlük sağlama
siyasası gütmek için Heyeti Temsiliye'ye başvuruldu. Kurul, ulusun
bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü
sağlamadıkça ve özellikle düşman elindeki yerlerin boşaltılmasına
girişilmedikçe, hiçbir türlü görüşmeye yanaşmadı.
Üçüncüsü, Kuvayi Milliye ile işbirliği yapan hükümetlerin işlerine
karışarak ulusal birliği sarsma ve haince karşı
koymaları özendirip daha çok kötülüğe sürükleme yolu tutuldu.
Ulusal birliğin meydana getirdiği direnme ve dayanışma karşısında
bu saldırılar da eridi. Dördüncüsü, yurdun alınyazısı
üzerine kaygı verici kararlar alındığından söz
edilerek kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve yurdu
koruma uğrunda her türlü özveriyi göze almış olan Osmanlı
ulusunun dayancı ve direnci önünde, bu korkutmalar da işe yaramadı.
En sonunda, bugün İstanbul'u zorla işgal ederek Osmanlı
Devletinin yedi yüzyıllık hayat ve egemenliğine son verildi. Açıkcası,
bugün Türk Ulusu, uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsızlık
hakkını ve bütün geleceğini savunmaya çağrıldı.
İnsanlık dünyasının beğenisi, İslam dünyasının
kurtuluş dilekleri, yüksek halifeliğin yabancı etkilerden kurtarılmasına
ve ulusal bağımsızlığın geçmişteki şanımıza
yaraşır bir inançla savunulup sağlanmasına bağlıdır.
Giriştiğimiz bağımsızlık ve yurt savaşında
Ulu Tanrı'nın yardım ve kayırıcılığı
bizimledir.
Anadolu
ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti
Heyeti
Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Baylar, bir yandan da
bütün İslâm dünyasına seslenerek bu saldırıyı bir
bildiri ile ayrıntılı olarak çeşitli araçlarla ilan ettik.
Baylar, olay üzerine
daha çok bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı Manastırlı
Hamdi Efendi'nin verdiği bilgiden ve bu bilgiyi destekleyen, İşgal
Kuvvetleri bildiriminden durumun içyüzünü anlayarak, gerekli gördüğüm
ivedi önlemleri, açıklandığı üzere, hemen işgal günü
aldım ve uyguladım. İstanbul'un işgali ve yapılan
tutuklamalar üzerine çeşitli kaynaklardan birbirini tutmaz ve şişirilmiş
bilgiler gelmeye başladı. Biz de çeşitli yollarla soruşturmaları
sürdürdük. Yasama görevlerini yapmaya olanak göremeyerek dağılan
milletvekillerinin ve kimi kişilerin İstanbul'dan kaçıp
Ankara'ya gelmekte oldukları anlaşıldı. Yolculuklarını
kolaylaştırmak için geçecekleri yerlerdeki ilgililere gerekli
buyrukları verdim.
Olağanüstü
Yetkili Bir Meclisin Ankara'da Toplanması Kararı
Baylar, 16 Martta İstanbul'un işgali gerçekleşir gerçekleşmez, aldığım önlemler arasında daha birtakımları vardır ki onları Büyük Millet Meclisi'nin ilk açılışında bildirmiş olduğum için burada yeniden ayrıntıya girmedim. Örneğin: Eskişehir ve Afyonkarahisar'daki yabancı birliklerinin silahlarının alınması ya da oradan uzaklaştırılmaları; Geyve, Ulukışla yakınlarında demiryollarının işlemez duruma getirilmesi ve Anadolu'da bulunan yabancı subayların tutuklanmaları vb. gibi önlemlerle ilgili ayrıntıları, Büyük Millet Meclisi'nin ilk tutanaklarında okumuşsunuzdur. Bu önlemler arasında en önemlisi, olağanüstü yetkili bir meclisin Ankara'da toplanmasını sağlama amacını güden ulusal ve yurtsal görevlerimizle ilgili karar ve bu kararın uygulanmasıdır.
Baylar, bu konudaki kararımızı ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren bir bildirimi, 19 Mart 1920'de, yani İstanbul'un işgalinden üç gün sonra yayımladım.
Baylar, bu konu üzerinde
iki gün kadar komutanlarla makine başında görüşerek düşüncelerini
öğrendim. Ben ilk yaptığım karalamada "Kurucu
Meclis" deyimini kullanmıştım. Amacım da, toplanacak
meclise devletin yönetim biçimini değiştirme yetkisi verilmesini ilk
anda sağlamak idi. Ama bu terimin kullanılmasındaki amacı
gereği gibi açıklayamadığım için, ya da açıklamak
istemediğim için, halkın alışkın olmadığı
bir terimdir diye, Erzurum ve Sivas'tan uyarıldım. Bunun üzerine
"Olağanüstü yetkili bir Meclis" demekle yetindim.
İllere, Bağımsız
Sancaklara
ve
Kolordu Komutanlarına
Devlet başkentinin de İtilâf Devletlerince resmi olarak
işgali; yasama, adalet ve yürütme gücünden meydana gelen ulusal devlet
gücünü kırmış ve Meclisi Mebusan, bu durum karşısında
görev yapamayacağını hükümete resmi olarak bildirerek dağılmıştır.
Şu duruma göre devlet başkentinin korunmasını, ulusun bağımsızlığını
ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünüp
uygulamak üzere ulusça olağanüstü yetki verilecek bir meclisin
Ankara'da toplantıya çağrılması ve dağılmış
olan milletvekillerinden Ankara'ya gelebileceklerin de bu meclise katılmaları
zorunlu görülmüştür. Bunun için, aşağıda bildirilen yönerge
gereğince, seçimlerin yapılmasını yurtseverlik onurunuz ve
anlayışınızdan beklerim:
1-
Ankara'da, olağanüstü yetkili bir meclis, ulusun işlerini yürütmek
ve denetlemek üzere toplanacaktır.
2- Bu meclise üye olarak seçilecek kişiler, milletvekilleri ile
ilgili yasal hükümlere uyacaklardır.
3- Seçimde, sancaklar seçim bölgesi olacaktır.
4- Her sancaktan beş üye seçilecektir.
5- Her sancakta, ilçelerden gelecek ikinci seçmenlerle sancak
merkezinden seçilecek ikinci seçmenlerden ve sancak idare ve belediye
meclisleriyle Müdafaai Hukuk yönetim kurullarından; illerde, il merkez
kurullarından ve il yönetim kurulu ile il merkezlerindeki belediye
meclisinden ve il merkezi ile merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin
ikinci seçmenlerinden oluşmuş gelecek bir kurulca özdeş günde
ve özdeş oturumda seçim yapılacaktır.
6- Bu meclis üyeliğine, her parti, her topluluk ve dernekçe aday
gösterilebileceği gibi, her kişinin de bu kutsal savaşıma
eylemli olarak katılması için bağımsız adaylığını
istediği yerden koymaya hakkı vardır.
7- Seçimlere her yerin en büyük sivil yöneticisi başkanlık
edecek ve seçimin doğru yapılmasından sorumlu olacaktır.
8- Seçim, gizli oyla ve salt çoğunlukla yapılacak; oyları
kurulun kendi içinden seçeceği iki kişi, kurul önünde sayacaklardır.
9- Seçim sonunda, bütün kurul üyelerinin imza edecekleri, ya da
kendi mühürleri ile mühürleyecekleri üç tane tutanak düzenlenecek; bir
tanesi yerinde alıkonularak, öteki iki taneden biri seçilen kişiye
verilecek, öteki de Meclise gönderilecektir.
10- Üyelerin alacakları ödenek, daha sonra Meclisçe kararlaştırılacaktır.
Ancak, geliş yollukları seçimi yapan kurulların zorunlu
giderleri olarak, uygun görecekleri tutarlar üzerinden, her yerin hükümetince
sağlanacaktır.
11- Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara'da çoğunlukla
toplanmayı sağlamak üzere bitirilerek, üyeler yola çıkarılacak
ve sonuç, üyelerin adlarıyla birlikte hemen bildirilecektir.
12- Bu telin varış saati bildirilecektir.
Ek: Kolordu Komutanlarına, İllere, Bağımsız
Sancaklara bildirilmiştir.
Heyeti
Temsiliye
adına
Mustafa
Kemal
Baylar, bir hafta içinde, çeşitli yönlerden Ankara'ya gelmekte olan milletvekilleriyle, telyazı görüşmeleriyle ilişki kuruldu. Kendilerine, acılarını azaltmaya ve içgüçlerini artırmaya yarayacak bilgiler verildi. İstanbul'da artık bizim görüşümüzü izleyecek kimse kalmamıştı. Aylarca ve çeşitli yol ve yöntemlerle uyarmalarda bulunduğumuz halde, bizim dediğimiz biçimde örgütler kurmayıp, Karakol Cemiyetini kurup geliştirmeye çalışanların kimileri Malta'ya gitmiş ve İstanbul'da üyelerinin varlıklarından ve çalışmalarından bir iz kalmamıştı. Orada yeniden örgüt kurmak için çok sıkıntılı çalışmalar yapmak ve o zamanki durumumuza göre gücümüzün üstünde para harcamak zorunda kaldım.
Saygıdeğer baylar, genel konuşmam arasında bir iki yerde, benim İstanbul'daki Meclisi Mebusan'a başkan seçilmem konusuyla ilgili sorundan ve bununla güdülen amaçtan söz etmiştim. Bunun sağlanamamış olmasından, küçük bir zorluk ile karşılaştığımı da bildirmiştim. Gerçekten, İstanbul'da Meclis saldırıya uğrayıp dağılınca, milletvekillerini toplamak ve özellikle, daha önce açıkladığım gibi bir meclis kurmaya girişebilmek için bir an duraksadım. Meclisi Mebusan Başkanı bulunan Celâlettin Arif Bey'in Ankara'ya gelip gelmeyeceğini kuşkusuz bilemiyordum. Gelecek olursa, onun gelişini beklemeyi ve çağrıyı onun aracılığıyla yaptırmayı düşündüm. Ama durum pek çok hızlı ve tezlikle davranmayı gerektiriyordu. Bilinmeyen bir olasılığı bekleyerek zaman yitirmeyi uygun bulmadım. Ama, vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için de, bir iki gün telgraf başında bütün komutanların düşündüklerini dinlemekle vakit geçirmeye zorunluk duydum. Celâlettin Arif Bey'le Martın 27/28'inci gecesi Düzce' ye varışında, bağlantı kurulmuştu. Kendisine şu teli yazdım :
Sayı
34
Ankara,
27/28.3.1920
Düzce'de Meclisi Mebusan Sayın Başkanı
Celâlettin Arif Beyefendi'ye
İstanbul'u İngilizlerin resmi ve eylemli olarak işgal
etmeleri üzerine devlet kuvvetlerinin tutsak edilmesi ve baskı altına
alınması ve Meclisi Mebusan'a saldırılmakla ulusun bağımsızlığına
ve ulusal onura saldırılmış olması; bu yüzden
milletvekillerinin, ülkenin alınyazısı ile ilgili görevlerini
yapamayacakları kanısına vararak ulusun bağrına sığınmak
zorunda kalmaları, devletin ve ulusun bütün kuvvetlerini buyruğu ve
denetimi altında bulunduracak bir olağanüstü meclise pek çok
gereksinme doğurmuş olduğundan, Ankara'da olağanüstü
yetkileri olan bir meclis toplamaya Heyeti Temsiliye'nin karar verdiği ve
gereğinin yapılmasının genelge ile her yere bildirildiği
sizce de bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olan 19.3.1920 günlü genel
bildirimi okuyarak, bunu desteklemek ve seçimlerin çabuklaştırılmasını
ve toplantının bir an önce yapılmasını sağlamak
amacıyla, bizim görüşümüze sizin de katıldığınızı
kamuoyuna kısa bir bildiri ile şimdiden duyurmayı yararlı görüyoruz.
Yüce cevabınızı beklemekteyim efendim.
Mustafa
Kemal
Celalettin
Arif Bey'le Görüş Ayrılığı
Celâlettin Arif Bey'in verdiği yanıt şudur:
Düzce,
27.3.1920
Ankara'da
Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri'ne
Bildirilen 19.3.1920 günlü bildiriyi görmedim. Bir olağanüstü meclisin toplanması ne kadar yerinde ise de böyle bir meclisin elden geldiğince yasaya uygun olması gereklidir. Bizim anayasamızda gerçi böyle olağanüstü bir meclisin toplanabilmesi ile ilgili bir işaret yoksa da, başka anayasalarda bulunan genel kurallardan yararlanılabilir. Örneğin, Fransız Anayasasına göre, meclis, yasaya aykırı olarak dağıtılır ya da bir saldırıya uğrarsa, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenler, il ve sancaklar yönetim kurullarından seçilen ikişer üye ile birlikte uygun bir yerde toplanırlar ve meclisin yeniden açılması ya da saldırının önlenmesi için kararlar alırlar. Bu meclisin kararlarına uyulmak zorunluğu vardır ve bu meclisin kararlarını dinlemeyenler yurt hainliği ile suçlandırılırlar. Ben de bu yolu düşünmekte idim.
19.3.1920 günlü bildirinin ne gibi ilkelere dayandığı
anlaşıldıktan sonra, Ankara'ya varışımda sizlerle
görüşerek bir bildiri yazmak düşüncesindeyim. Yine görüşürüz.
Makine başında birlikte bulunan İsmail Fazıl Paşa ile
Saruhan Milletvekili Reşit Bey de saygılarını sunarlar. Hoşça
kalınız, deriz. Arkadaşlarımdan Kırşehir
Milletvekili Rıza Bey de saygılarını sunuyor ve kendisinin
de Bolu'da bulunduğunun Keskin'deki babasına haber verilmesini çok
rica ediyor efendim.
Celâlettin
Arif
Celâlettin Arif
Bey'in bu yanıt teli dikkatle gözden geçirilirse, kendisi ile aramızda
büyük bir görüş ayrılığı olduğu kolalıkla
anlaşılır. Ben, olağanüstü yetkileri olan bir meclisin
Ankara'da toplanmasına karar verirken, bizim Anayasamızda böyle bir
meclisin toplanabilmesiyle ilgili bir işaret olmadığını
elbette bilirdim. Fakat kararımı verebilmek için böyle bir işaretin
varlığını ve yokluğunu düşünmek, hiç aklıma
gelmedi. Bundan başka, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden
kurtulabilenler ile, iller ve sancaklar yönetim kurullarından seçilecek
ikişer üyeden meydana gelecek Meclisi Mebusan'ın yeniden eski biçim
ve niteliği ile toplanmasını sağlamak için çalışmasını
hiç aklıma getirmedim. Tersine, büsbütün başka nitelik ve yetkide
sürekli bir meclis kurmayı ve bu meclisle, tasarladığım
devrim evrelerini birlikte geçirmeyi düşündüm. Buna göre, uyuşmazlığından
kuşku etmediğim görüşlerimizin, görüştükten sonra birleşebileceğinden
umudum yoktu. Bununla birlikte 19 Mart günlü bildirimimi telle Celâlettin
Arif Bey'e verdirdim. Ertesi gün aldığım yanıt şu idi:
Düzce, 28 Mart 1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne
Yüce Heyeti Temsiliye'nin 19.3.1920 günlü genel bildirimi
okundu. İçindeki maddeler benim düşündüğüm ilkelere genel
olarak uygundur. Bu duruma göre, Ankara'ya varışımdan sonra
sizlerle görüşülerek ayrıca bir bildiri yayımlanacağı
doğaldır. Yarın, zorunlu olarak Bolu da kalınacağını
ve 29 Mart 1920 de Ankara'ya doğru yola çıkılacağını
saygılarla bilginize sunarım.
Meclisi
Mebusan Başkanı
Celâlettin
Arif
Celalettin
Arif Bey, Millet Meclisi Başkanlığını Bırakmıyor
Celâlettin Arif Bey, bildirimimizi okuduktan sonra, içindekilerinin düşündüğü ilkelere genel olarak, uyduğunu söylemek1e birlikte, bunları destekleyici bir bildiriyi hemen yazıp yayımlamıyor. Bu işi Ankara'ya geldikten ve görüştükten sonraya bırakıyor.
Baylar, Celâlettin Arif Bey Ankara'ya geldikten sonra, kendisiyle ve yasalardan anlar başka bazı kimselerle bu konu üzerine oldukça uzun süren görüşmeler ve tartışmalar yapıldı. Fakat aldanmıyorsam, Celâlettin Arif Bey hiçbir zaman benim, Büyük Millet Meclisi'nin niteliği ve yetkisi ile ilgili görüşüme katılmamıştır. O her zaman, toplanmış olan meclisin temel görevinin, İstanbul'daki Meclisi Mebusan'ın toplanmasını sağlamak olduğunu düşünmüş ve kendisini hep o Meclisi Mebusan'ın başkanı saymıştır. Bunu pekiştiren küçük bir anımı, izin verirseniz anlatayım:
Ben, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı bulunduğum ve kendisi ikinci başkan
bulunduğu sırada, bir gün Başkanlık Kurulu toplantısında,
Celâlettin Arif Bey'in ödenek işinden söz ettiğini ve kendisinin
Meclisi Mebusan Başkanı olması dolayısıyla o makamıyla
ilgili ödeneği istediğini, o zaman Meclis başyazmanlığı
görevinde bulunan Recep Bey bildirdi. Sizler de bilirsiniz ki, o zaman Meclis
Başkanı, İkinci Başkanı ve öteki başkanlar ile
Meclis üyelerinin ödenekleri arasında ayrılık yoktu. Celâlettin
Arif Bey yalnız kendisini, Meclisi Mebusan Başkanı kimliğiyle,
ayrı tutarak daha çok ödenek almasının yasaya göre hak olduğundan
söz ediyordu. Ben, bu sorunu karara bağlamaya Başkanlık
Kurulunun yetkili olmadığını; isteğinde ve iddiasında
direnirse işin Meclis Genel Kuruluna sunulabileceğini ve alınacak
karara göre işlem yapılabileceğini ileri sürdüm. Celâlettin
Arif Bey, Meclis önüne çıkmayı uygun görmeyerek isteğinden
vazgeçti.
Seçim Sırasında Kimi Yerlerde Büyük Hükümet Memurlarının Çıkardıkları Zorluk
Saygıdeğer baylar, 19 Mart 1920 günlü yönerge gereğince ülkenin her yerinde seçimler hızla ve dikkatle yapılmaya başlandı. Yalnız kimi yerlerde duraksayanlar ve işi engelleyenler oldu ve bunlardan kimileri az, kimileri uzunca süre duraksama ve direnmelerini sürdürdüler. Sonunda, bütün seçim bölgelerinin milletvekilleri, Büyük Millet Meclisi'nde bütün ulusun ve yurdun temsilcisi olarak hazır bulundular. Duraksama ve direnme gösteren yerler şunlardır: Dersim, Malatya, Elazığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon...
Baylar, gerçek durumu söylemiş olmak için şunu da açıklayayım ki, duraksama gösterenler ve direnenler, bu seçim bölgelerinin halkı değildir; belki o sırada o bölgelerde bulunan üst sivil yöneticilerdir. Halk, gerçeği anlar anlamaz, hemen ortak ulusal isteğe uymakta hiç duraksama göstermemiştir.
Şimdi baylar,
devrimin doğal gereklerinden olan olayların bazılarına değinelim:
Samsun'daki
Subaylar Sözde Padişahı Tutuyorlarmış
Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'den aldığım 29 Mart 1920 günlü bir şifrede: "Samsun'da bulunan On Beşinci Tümenin ruhsal durumunun bozuk olduğundan ve sözde, subaylar arasında Padişaha bağlılık duyguları bulunduğundan" söz ediliyordu. "Subaylar, Padişaha karşı olarak verilecek buyrukları yerine getirmeyeceklerini üstlerine bildirmişler. Kendilerine baskı yapılırsa görevi bırakacakları seziliyormuş... İstanbul'dan gelen yolculardan ve gazetelerden, işgalin ikinci günü, el konulmuş yerlerin hepsinin boşaltıldığı ve Salih Paşa Hükümetinin yerinde olduğu, Ayan'ın görevini yapmakta olduğu, son cuma selamlığında (Padişahın cuma namazı töreni) Harbiye ve Bahriye Nazırı hazır bulunarak, eskisi gibi, gerekli törenin yapıldığı anlaşılmış... Şu duruma göre, İstanbul'da bir hükümet varken, bu hükümetin haberi olmaksızın yapılan işler nedir?" diyorlarmış. Subayların bu düşünce ve davranışlarını bildiren On Beşinci Tümen Komutanı, şu yolda bir düşünce ileri sürüyordu: "Burada bir subayı tutuklamanın olağanüstü bir durum yaratması akla gelmez; ancak bundan yararlanarak Anadolu üzerine yürümek gibi olaylar ortaya çıkacaktır. İzmir Cephesinde Kuvayi Milliye'nin nasıl çalıştırıldığını bilemiyorum. Sanırım bunlar para ile çalıştırılmakta imiş. Bir savaş çıktığında bütün halka aylık verilemeyeceği açık bir gerçek olduğundan, "Kuvayi Milliye" adı altındaki kuvvetten, savaşın ikinci günü ortada hiçbir kuvvet kalmayacağına kuşkum yoktur. Ordu birliklerine gelince, şimdiden kaçma olayları başlamıştır. Parasızlık böyle sürdükçe ve İstanbul Hükümeti yerinde kaldıkça subaylardan bile kuşkum vardır."
Bundan başka, Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey, Amasya'ya gelen kontrol görevlisi Forbes adında bir yüzbaşıyı, vermiş olduğumuz yönerge gereğince tutuklamış. Samsun'a bir İngiliz temsilcisi yüzbaşı gelmiş. Salâhattin Bey'e, Yüzbaşı Forbes'in bir dakika geciktirilmeden Samsun'a gönderilmesini yazmış; yoksa Salâhattin Bey'in sorumlu olacağını sözlerine eklemiş. Salâhattin Bey'in sorması üzerine, bu konuda vereceği yanıt için şu öğütlemeyi yaptım: "Forbes'i tutuklayan ben değilim. Başkentleri (payıtaht), Ateşkes Anlaşmasına ve insanlığa yanaşmaz bir yolla işgal olunan ulustur. Bunun için, salıverilmesini de ancak ulus sağlayabilir." Bununla birlikte, bu Forbes'i ülkeden çıkarmakla yetinildi, kendisi tutuklanmadı.
Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'in 9 Nisan 1920 günlü kısa bir şifresinden, Adapazarı ile Hendek arasında bulunan ve Çatalköprü denilen yerdeki köprülerin ve Mudurnu suyu üzerindeki köprünün Kuvayi Milliye'ye karşı olan kişilerce yıkıldığı anlaşıldı.
Bolu ve çevresi Komutanı Mahmut Nedim Bey'in, Düzce'den yazdığı 9 Nisan l920 günlü şifresinde de, 8 Nisanda Adapazarı'nda Kuvayi Milliye'ye karşı gösteriler yapıldığı, Hendek ve Adapazarı arasındaki telgraf ve telefon tellerinin kesildiği ve Düzce Abazalarından tarafsız kalanların da karşıcıllara katılmak üzere yola çıktıkları anlaşıldı. Hendek ile Adapazarı arasında, Mudurnu suyu üzerindeki büyük köprünün yıkılması dolayısıyla, ulaşımın durduğu da anlaşılıyordu. Bu haberler üzerine, Geyve'de bulunan Yirmi Dördüncü Tümen Komutanı Mahmut Bey'in dikkati çekildi.
Nevşehir'de de,
Nevşehir Kaymakamı Nedim Bey'in başkanlığı altında
Tealii
İslam Cemiyetinin bir şubesi
kurulmuş. Verilen raporda, Cemiyetin en karıştırıcı
üyelerinden sekiz kişinin Niğde'ye getirildiği bildiriliyordu.
Bu Cemiyetin üyeleri: "Padişahtan başka hiçbir güç tanımayız.
Kuvayi Milliye'yi dağıtmak için malca, bedence bütün gücümüzü
harcamaya ant içtik." diyorlarmış. Her gece toplanıyorlarmış.
Bunların ileri gelenleri, Niğde'deki Tümen Komutanının gönderdiği
bir birlikçe tutuklanmış.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Toplanıyor
Baylar, bu gibi olaylara bundan
sonra geniş ölçüde rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi'nin
toplanmasını ve açılmasını sağlamak için çalıştığımız
günlerde bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi
Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerinden
Ankara'ya yaklaşacak gibi görünen gericilik ve ayaklanma dalgaları
olmuştur. Ben, bir yandan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken
bir yandan da, Ankara'da toplanmakta olan ve genel durumu henüz gereği
gibi bilmeyen milletvekillerini, korkulu olaylar karşısında bırakmamak
ve bu gibi olayların ortaya çıkmasıyla Meclisin toplanamaması
gibi uğursuz olasılıkları önleme çarelerini düşünüyordum,
Bunun için, Meclisin açılmasında pek çok tezcanlılık
gösteriyordum. Sonunda, gelebilmiş
milletvekilleriyle yetinerek Meclisin, Nisanın
yirmi üçüncü Cuma günü açılmasına
karar verildi. Bu karar üzerine, 21 Nisan 1920 günü yaptığım
bildirimi, o günün duygu ve anlayışına ne denli uymak zorunluğu
bulunduğunu gösterir bir belge olması bakımından, olduğu
gibi bilginize sunmayı uygun görüyorum.
Tel: Çok
ivedidir.
Ankara'ya ivedi
yazı gönderilmesi
Ankara,
21.4.1920
Kolordulara (On Dördüncü Kolordu
Komutanı Vekilliğine),
Altmış Birinci Tümen
Komutanlığına, Refet Beyefendi'ye,
Bütün İllere, Bağımsız
Sancaklara, Müdafaai Hukuk
Merkez Kurullarına, Belediye Başkanlıklarına
1-
Tanrı'nın yardımıyla Nisanın yirmi üçüncü
cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet
Meclisi açılacaktır.
2- Yurdun bağımsızlığı, yüce Halifelik ve
Padişahlığın kurtarılması gibi en önemli ve ölüm
dirimle ilgili görevleri yapacak olan bu Büyük Millet Meclisinin açılış
gününü cumaya rastlatmakla o günün kutsallığından yararlanılacak
ve bütün sayın milletvekilleriyle birlikte, kutlu Hacı Bayram
camisinde cuma namazı kılınarak Kuran'ın ve namazın
nurlarından ışıklanılacak
ve güç kazanılacaktır. Namazdan sonra, Peygamberimizin kutlu
sakalı ve kutsal sancak alınarak (Meclisin toplanacağı) özel
yere gidilecektir. Toplantı yerine girilmeden önce bir dua okunarak
kurbanlar kesilecektir. İşbu törende, camiden başlayarak,
Meclise değin, Kolordu Komutanlığınca askeri birliklerle özel
(tören) düzeni alınacaktır.
3- Bu günün kutsallığını pekiştirmek için
bugünden başlayarak il merkezinde, Vali Beyefendi Hazretlerinin düzenleyeceği
üzere, hatim indirilmeye (Kuran'ın baştan sona okunması)
ve Buhari (Bu sanla tanınmış Buharalı hadis
bilgininin kitabı. İçinde Hz.Muhammet'in sözleri ve buyrukları
vardır.) okunmaya başlanacak ve hatimin son bölümleri, uğur
için cuma günü namazdan sonra Meclisin
toplantı yeri önünde okunup bitirilecektir.
4- Kutsal ve yaralı yurdumuzun her köşesinde, yukarda
belirtildiği gibi şimdiden hatim indirilmeye ve Buhari okunmaya
başlanacak; cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek; hutbe
okunurken Halifemiz ve Padişahımız Efendimiz Hazretlerinin şanlı
adı anıldığı sırada, kendisinin, ülkesinin ve bütün
uyruklarının bir an önce kurtulmaları ve mutluluğa ermeleri
için ayrıca dua edilecek; cuma namazı kılındıktan
sonra da hatim tamamlanarak yüce Halifelik ve Padişahlığın
ve bütün yurt parçalarının kurtarılması amacıyla yapılan
ulusal çalışmaların önemini ve kutsallığını
ve her yurttaşın, kendi vekillerinden meydana gelmiş olan Büyük
Millet Meclisi'nce verilecek yurt ödevlerini yapmak zorunda olduğunu
anlatan dinsel söylevler verilecektir. Daha sonra, Halife ve Padişahımızın,
din ve devletimizin, yurdumuzun ve ulusumuzun kurtuluşu, esenliği ve
bağımsızlığı için dua edilecektir. Bu dinsel ve
yurtsal tören yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan
sonra, Osmanlı ülkesinin her yerinde, hükümet konağına
gidilerek, Meclisin açılışından dolayı resmi
kutlamalarda bulunulacaktır. Her yerde cuma namazından önce, uygun görülecek
şekilde "Mevlit"
okunacaktır.
5- Bu bildirimin hemen yayılması için her araca başvurulacak
ve tez elden köylere, en küçük askeri birliklere, yurttaki bütün örgütlere
ve kurumlara ulaştırılması sağlanacaktır. Ayrıca
büyük kâğıtlara yazılarak her yere asılacak ve yapılabilen
yerlerde bastırılıp
çoğaltılarak parasız dağıtılacaktır.
6- Ulu Tanrı'dan tam başarıya ulaştırmasını
yakarırız.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa
Kemal
22 Nisan 1920 günü
de şu bildirimi yaydım:
Tel
22.4.1920
Dakika geciktirilmeyecektir.
Bütün İllerle Bağımsız
Sancaklara,
Kolordulara, Nazilli'de Albay Refet
Beyefendi'ye,
Bursa'da Yirminci Kolordu Komutanı
Ali Fuat Paşa,
Hazretlerine, Bursa'da Elli Altıncı
Tümen Komutanı,
Albay Bekir Sami Beyefendi'ye,
Balıkesir'de Altmış
Birinci Tümen Komutanı Albay,
Kâzım Beyefendi'ye,
Tanrı'nın yardımıyla Nisanın 23'üncü
cuma günü Büyük
Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından
o günden sonra bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun başvuracağı
en yüce kat, adı geçen Meclis
olacaktır. Bilgilerinize sunulur.
Heyeti
Temsiliye adına
Mustafa
Kemal
Türk
Ulusunun İzleyeceği İlke
Saygıdeğer baylar,
Şimdiye dek bilginize sunduklarım, kişisel olarak ve Temsilciler Kurulu (Heyeti Temsiliye) adına değindiğim olayların açıklanmasına ilişkin idi. Bundan sonra söyleyeceklerim, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan ve yöntemine göre hükümet kurulduktan bugüne değin meydana gelmiş olayları ve devrimleri kapsayacaktır. Bu söyleyeceklerim aslında herkesçe apaçık bilinen ya da kolaylıkla öğrenilebilecek olan olaylarla ilgilidir. Gerçekten, Meclis tutanaklarında, Bakanlık dosyalarında, basın koleksiyonlarında bu olayların belgeleri saptanmış ve saklanmış bulunmaktadır. Bunun için ben, bütün bu olayların genel gidişini göstermek ve saptamakla yetineceğim. Amacım, devrimimizin incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamaktır. Bütün bu olayların oluşum ve gelişiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti Başkanı, Başkomutan ve Cumhurbaşkanı olarak bulunmuş olmaktan daha çok, örgütümüzün (Söz konusu örgüt, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti ve Söylev'in verildiği tarihte Cumhuriyet Halk Partisi'dir.) genel başkanı olarak bu görevi yapmaya kendimi yükümlü sayarım.
Baylar, Meclisin açıldığı ilk günlerde, Meclise, içinde bulunduğumuz durumu ve koşulları açıklayarak izlenmesini ve uygulanmasını doğru bulduğum düşüncelerimi bildirdim. Bu düşüncelerin başlıcası, Türkiye'nin, Türk ulusunun izlemesi gereken siyasal ilke ile ilgili idi.
Bilirsiniz ki, Osmanlılar zamanında çeşitli siyasal yöntemler tutulmuştu ve tutuluyordu. Ben, bu siyasal yöntemlerden hiçbirinin, yeni Türkiye devletinin yöntemi olamayacağı kanısına varmıştım. Bunu, Meclis'e anlatmaya çalıştım. Bu konu üzerinde, daha sonra da çalışılmıştır. Bu konu ile ilgili olarak önceden ve sonraları, söylediklerimin temel noktalarını, burada hep birlikte anımsamayı yararlı bulurum.
Baylar, bilirsiniz ki, yaşam demek, savaşım ve çarpışma demektir. Yaşamda başarı, yüzde yüz savaşımda başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manen ve maddeten güce erke dayanan bir iştir. Bir de, insanların uğraştığı bütün sorunlar, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumca yapılan genel bir savaşın dalgaları içinden doğagelmiştir. Doğu uluslarının batı uluslarına saldırısı tarihin belli başlı bir evresidir. Doğu ulusları arasında Türklerin başta ve en güçlü olduğu biliniyor. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan önce ve sonra Avrupa içerisine girmişler, saldırılar yapmışlar ve yayılmışlardır. Batıya saldıran ve yayılmalarını İspanya'ya girip Fransa sınırlarına değin sürdüren Araplar da vardır. Ama baylar, her saldırıya, her zaman, bir karşı saldırı düşünmek gerektir. Karşı saldırıya uğranılabileceğini düşünmeden ve ona karşı güvenilir önlem bulmadan eyleme geçenlerin sonu yenilgi ve bozgundur, yok olmaktır.
Batının Araplara karşı saldırısı, Endülüs'te acı ve ders alınmaya değer bir tarihsel yıkım ile başladı. Ama, orada bitmedi. Kovalama, Afrika kuzeyinde sürüp gitti.
Attila'nın, Fransa ve Batı Roma topraklarına dek genişletilmiş olan imparatorluğunu anımsadıktan sonra, Selçuk Devleti'nin yıkıntısı üzerinde kurulan Osmanlı Devleti'nin İstanbul'da Doğu Roma İmparatorluğu'nun taç ve tahtını ele geçirdiği çağlara gözlerimizi çevirelim. Osmanlı padişahları içinde Almanya'yı, Batı Roma'yı ele geçirerek çok büyük bir imparatorluk kurmaya girişmiş bulunanlar vardı. Yine, bu padişahlardan biri, bütün İslam dünyasını bir merkeze bağlayarak yönetmeyi düşündü. Bu amaçla Suriye'yi, Mısır'ı ele geçirdi. "Halife" sanını takındı. Başka bir padişah da hem Avrupa'yı ele geçirmek, hem İslam dünyasını buyruğu ve yönetimi altına almak amacını güttü. Batının sürüp giden karşı saldırısı, İslam dünyasının tedirginliği ve ayaklanması ve böyle bütün dünyayı ele geçirme istek ve tasarılarının tek sınır içine aldığı çeşitli soydan insanların geçimsizlikleri, en sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nu da, benzerleri gibi, tarihin bağrına gömdü.
Baylar, dış siyasanın en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç örgütüdür. Dış siyasa, iç örgütle uyarlı olmak gerekir. Batıda ve doğuda, yaratılışı, kültürü ve ülküsü başka başka olan ve birbirleriyle bağdaşamayan toplulukları tek sınır içine almış bir devletin iç örgütü, elbette temelsiz ve çürük olur. Bu durumda dış siyasası da köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin, iç örgütü özellikle ulusal olmaktan uzak olduğu gibi, siyasal yöntemi de ulusal olamaz, Buna göre Osmanlı Devleti'nin siyasası ulusal değil; ancak, kişisel, bulanık ve kararsız idi.
Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu değişik ulus topluluklarını eşit haklar ve koşullar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür. Ama, aldatıcıdır. Dahası, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri de bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir.
İslamcılık ve Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanamamaktadır. Soy ayrımı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihte yazılıdır. "İstilacı" olmak hevesleri, konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insancıl bir devlet meydana getirme kuramının da kendine özgü koşulları vardır.
Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, "ulusal siyasadır". Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında düşçü (hayalperest) olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir.
Ulusumuzun, güçlü,
mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle
ulusal bir siyasa gütmesi ve bu siyasanın iç örgütlerimize tam uyumlu
ve dayalı olması gereklidir. Ulusal siyasa demekle anlatmak istediğim
şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce
kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup ulusun
ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına
çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde
ulusu uğraştırmamak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasının
uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı
dostluğunu beklemektir.
Hükümet Kurma İşi
Baylar, Meclis'e önerdiğim önemli bir konu da, hükümet kurma sorunu idi. Bu sorunun ve bununla ilgili önerinin o evre için ne kadar önemli olduğunu iyi bilirsiniz
Gerçek, Osmanlı Devleti'nin ve halifeliğin yıkıldığını ve ortadan kalktığını düşünerek yeni temellere dayalı, yeni bir devlet kurmaktı. Ama, durumu olduğu gibi söylemek, amacın büsbütün yitirilmesine yol açabilirdi. Çünkü genel eğilim ve düşünüş, daha padişah ve halifenin özürlü sayılacak bir durumda bulunduğu yolunda idi. Dahası, Meclis'te, ilkin halifelik ve padişahlık makamı ile bağlantı kurmak ve İstanbul Hükümeti ile uzlaşma aramak akımı baş göstermişti.
İstanbul'daki koşulların,
halife ve padişah ile, ne açık ve ne de özel ve gizli görüşmeye
elverişli olmadığını açıklamaya çalıştım.
Böyle bir görüşme ile ne anlamak istediğimizi sordum. Ve
"Ulusun, bağımsızlığı ve ülke bütünlüğünü
sağlamaya çalışmakta olduğunu haber vermek için ise, bu
gereksizdir. Çünkü padişah ve halife olan kişi de bundan başka
bir şey düşünüp isteyebilir mi? Bunun karşıtını,
kendi ağzından işitsem inanmam, bunun yüzde yüz zorlama ve baskı
altında söyletildiğini kabul ederim." dedim. Bize karşı
çıkarılmış olan fetvanın uydurma olduğunu ve
İstanbul Hükümeti buyruk ve bildirilerinin yorumlanması gerektiğini
söyleyerek, yufka yürekli ve kıt düşünceli kimi insanların
yol açmak istedikleri ağır davranıyı (savsaklamayı)
gereksiz gördüğümü açıkladım.
Ulusal Egemenlik Temeline Dayanan Halk Hükümeti: Cumhuriyet
Şunu bilginize sunmak istiyorum ki, hükümet kurmakla ilgili bir öneride bulunmadan önce, duyguları ve görüşleri dikkate almak zorunluğu vardı. Bu zorunluğa uymakla birlikte asıl amacı saklı tutan önerimi yazılı olarak Meclis'e sundum; ve bazı karşı görüşler ileri sürüldü ise de kısa bir tartışma sonunda kabul olundu.
Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada temel ilkelerin saptanmış ve ortaya konmuş olduğunu görürüz.
Bu ilkeleri, izin
verirseniz, burada belirterek sayacağım:
1- Hükümet kurmak
zorunludur.
2-
Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak
ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
3-
Meclis'te yoğunlaşan ulusal iradenin, yurt alınyazısına
doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
Meclis'ten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır.
Not: Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclis'in düzenleyeceği yasal ilkeler içinde durumunu alır.
Baylar, bu ilkelere göre
kurulan bir hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle
bir hükümet, ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir.
Cumhuriyet'tir.
Böyle bir hükümetin
kuruluşunda ilke, kuvvetler birliği kuramıdır. Zaman geçtikçe
bu ilkelerin kapsadığı kavramlar anlaşılmaya başladı.
İşte o zaman tartışmalar ve olaylar birbiri ardınca sürüp
gitti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlığa Beni Seçti
Saygıdeğer baylar, açık ve gizli oturumlarda bir iki gün süren açıklamalarımdan, konuşmalarımdan ve belirttiğim ilkeleri kapsayan önerimi ileri sürdükten sonra yüksek Meclis, beni başkanlığa seçmekle bana karşı genel güvenini gösterdi.
Burada ufak bir noktayı da açıklamalıyım:
Anımsarsınız
ki, oluşmaya başlayan ulusal birliği, ulusun coşup uyanışına
yormaktan daha çok, kişisel girişim sonucu olarak görüyorlardı.
Bu arada benim girişimlerde bulunmamın yasak edilmesine önem
veriyorlardı. Beni, ulusa ve hükümete, istenmez ve kötü kişi saydırmaktan
yarar umuyorlardı. Yapılan propaganda: "Ben istenmez ve kötü kişi
sayılırsam, ulusa ve devlete karşı hiçbir aykırı
davranışta bulunulmayacağı; bütün kötülüklerin benden
geldiği; bir adam için, bir ulusun birçok tehlikeleri göze almasının
akla yatmayacağı" yolunda idi. Hükümet ve düşmanlar,
beni, ulusa karşı bir silah gibi kullanıyordu. Bunun için 24
Nisan 1920 günü gizli bir oturumda Meclise bu durumu açıkladım. Başkanlık
seçiminde, bunun da bir sakınca olarak göz önünde tutulmasını
ve yalnız ulusun ve yurdun esenliği düşünülerek oy ve kararların
uygun ve doğru olarak verilmesini rica ettim.
Bakanlar Kurulu Oluşturulması
Baylar, Büyük Millet Meclisi, bakanların seçimi ile ilgili 2 Mayıs 1920 günlü yasa ile, Büyük Millet Meclisinde on bir bakandan meydana gelen bir "Bakanlar Kurulu" kurdu. Bu kurul, Genelkurmay işlerini de yürütecekti.
Görülüyor ki, Meclisin açılış günü olan 23 Nisan'dan beri bir hafta kadar zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre içinde ülke ve ulus işleri ve özellikle olumsuz akım ve çalışmalara karşı önlem almak işleri bir an bile duraklayamazdı ve duraklamamıştır, Yalnız, bakanlar kurulu seçimi ile ilgili yasa çıktığı zaman Meclisçe bakanlığa seçilen kişilerden kimileri daha önce göreve başlamışlar, bana yardım ediyorlardı. Bu arada İsmet Paşa Hazretleri de Genelkurmay işlerini üzerine almış bulunuyordu.
Baylar, bununla ilgili olarak bir noktayı bildirmeyi gerekli görüyorum: O günlerde, arkadaşların hangi işlerde görevlendirilmesinin uygun olacağı düşünülürken, Genelkurmay Başkanlığı için İsmet Paşa'yı yeğlemiştim. Ankara' da bulunan Refet Paşa, beni özel olarak görüp bilgi istedi. Anlamak istediği, Genelkurmay Başkanlığının en yüksek askeri kat olup olmadığı noktası idi. Benden, sözü geçen katın en büyük askeri makam olduğu ve ondan daha büyük makamın Millet Meclisi olacağı yanıtını alınca, buna karşı olduğunu bildirdi; İsmet Paşa'nın Başkomutanlık demek olan bu durumunu kabul edemeyeceğini söyledi. Görevin çok önemli ve ağır olduğunu; benim bütün arkadaşlar hakkındaki bilgime ve yansızlığıma güvenmenin uygun olacağını belirttim. Kendisinin böyle bir savda bulunmasının uygun olmadığını da sözlerime ekledim.
Baylar, daha sonra Batı Cephesi karargâhında görüştüğüm Fuat Paşa da, İsmet Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığına getirilmesine kesinlikle karşı çıktı. Fuat Paşa'yı da, durumun gerektirdiği en uygun çözüm yolunu kabul zorunluğuna inandırmaya çalıştım. Refet ve Fuat paşaların kendilerine özgü birtakım düşüncelerine ekledikleri şu idi: Kendileri daha önce Anadolu'da benimle işbirliği yapmışlar, İsmet Paşa ise sonradan katılmış. Oysa, bundan önceki sözlerim arasında sırası ve yeri geldiği için bildirmiştim ki, İsmet Paşa, ben İstanbul'dan ayrılmadan önce benimle işbirliği yapmıştı. Daha sonra Anadolu'ya gelip birlikte çalışmıştı. Ama, Fevzi Paşa Hazretlerinin Harbiye Nazırı (Savaş -Savunma- Bakanı) olması üzerine, önemli bir takım düşünceler dolayısıyla, özel görev verilerek yine İstanbul'a gönderilmişti. Bunun için iş ve görüş birliğinde öncelik söz konusu olamazdı.
Genelkurmay Başkanlığı
görevinin ilkin İsmet Paşa'ya verilmesi yerinde olmasaydı, bu işte
Fevzi Paşa Hazretlerinin de beni uyarmaları bir yurt görevi olurdu.
Oysa, Paşa Hazretleri, tam tersine, bu görevlendirmeyi pek uygun bulmuş
ve kendileri, verilen Milli Savunma Bakanlığı görevini içten
gelen bir duygu ile hemen kabul buyurmuşlardır. İsmet Paşa'nın,
gerek Genelkurmay Başkanlığı'nda gerekse daha sonraki
eylemli olarak Cephe Komutanlığında gösterdiği yararlık
ve üstün çaba, kendisine görev verişteki yanılmazlığımı
eylemli olarak ortaya koymuş bulunduğu için ulus karşısında,
ordu karşısında ve tarih karşısında içim adamakıllı
rahattır.
Yurt
Hainliği Yasası ve İstiklal Mahkemelerinin Kurulması
Baylar, Meclis 29 Nisan 1920'de, Yurt Hainliği Yasasını (Hıyaneti Vataniye Kanunu) ve sonraki aylarda İstiklâl Mahkemeleri yasalarını da çıkarmakla devrimlerin doğal gereklerini yerine getirmiş oldu.
Baylar, İstanbul'un işgalinden sonra başlayan birtakım yıkıcı akımlara, olaylara, ayaklanmalara değinmiş idik. Bunlar, yurdun her yerinde birbiri ardınca belirdi ve sürüp gitti.
İstanbul'da Damat Ferit Paşa, ivedi olarak yeniden işbaşına getirildi. Damat Ferit Paşa Hükümeti ve İstanbul'da bütün yıkıcı ve hain örgütlerin kurduğu birlik ve bu birliğin Anadolu içindeki bütün ayaklanma örgütleri ve bütün düşmanlar ve Yunan ordusu, elbirliği ile bize karşı çalışmaya başladılar. Bu ortak saldırı siyasasının yönergesi de, Padişah ve Halifenin, içinde düşman uçakları da bulunan her türlü araçlarla yurda yağdırdığı "Padişaha Karşı Ayaklanma" (huruc alessultan) fetvası idi.
Bu genel, çeşitli
ve haince saldırılara karşı biz de, daha Meclis açılmadan
önce, Afyonkarahisar'da, Eskişehir'de ve bütün demiryolu boyunda bulunan
yabancı devlet askerlerini Anadolu'dan çıkararak; Geyve, Osmaneli,
Carablus köprülerini yıkarak ve Meclis toplanır toplanmaz
Anadolu'daki saygıdeğer din bilginlerinden fetva alarak karşı
önlemlere giriştik.
İç Ayaklanmalar
Baylar, 1919 yılı içinde, ulusal girişimlerimize karşı başlayan iç ayaklanmalar hızla ülkenin her yerine yayıldı.
Bandırma, Gönen, Susurluk, Mustafakemalpaşa (Eski adı: Kirmasti), Karacabey, Biga ve dolaylarında; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan, Beypazarı dolaylarında; Bozkır'da; Konya, llgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar dolaylarında; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum dolaylarında; Umraniye, Refahiye, Zara, Hafik dolaylarında; Viranşehir dolaylarında tutuşan kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hainlik, bilgisizlik, düşmanlık ve bağnazlık dumanları bütün yurt göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara'da karargâhımızın duvarlarına dek çarptı. Karargâhımızla kent arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye dek varan kudurgan saldırışlar karşısında kaldık. Batı Anadolu'nun, İzmir'den sonra, yeniden önemli bölgeleri de Yunan ordusunun saldırıları ile çiğnenmeye başlandı.
Dikkate değer ki, sekiz ay önce ulus, Temsilciler Kurulu (Heyeti Temsiliye) ile birlik olarak, Damat Ferit Hükümeti ile ilişkiyi ve haberleşmeyi kesmiş iken, Ali Galip'in girişimi gibi tek tük olaylardan başka böyle genel ayaklanma olmamıştı. Bu kez ortaya çıkan yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay içinde yurtta çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit Hükümetinden sonra kurulan hükümetlerle ulusal bilincin korunması ve pekiştirilmesi yolundaki savaşımlarımızın ne denli haklı nedenlere dayandığı çok acı olarak bir daha anlaşılmış oluyordu.
İstanbul'daki hükümetlerin
ulusal savaşımı güçlendirmek için, cephelerle ve ordu ile
ilgilenmekte gösterdiği başka türden savsaklamaların acı
sonuçları da ayrıca görülecektir.
Anzavur ve Düzce Ayaklanmaları
Baylar, önce, iç ayaklanmalar üzerine açık bir bilgi edinmek için, izin verirseniz, bu ayaklanmaları yeri geldiğinde söz konusu ettikçe, değinilen evreleri kısaca bilginize sunayım.
21 Eylül 1919'da Balıkesir'in kuzey bölgesinde birinci Anzavur ayaklanması başladı; 16 Şubat 1920'de yine bu bölgede ikinci Anzavur ayaklanması oldu. Bu iki ayaklanma, askeri birliklerimiz ve ulusal birliklerimizle bastırıldı. 13 Nisan 1920'de Bolu, Düzce dolaylarında ayaklanma oldu. Bu ayaklanma 19 Nisan 1920'de Beypazarı'na dek yayıldı. Bu sırada Anzavur, 11 Mayıs 1920'de, top ve ağır makineli tüfeklerle donanmış beş yüz kişilik bir kuvvetle, üçüncü kez, Adapazarı ve Geyve dolaylarındaki güçsüz bir ulusal birliğimize saldırarak yine ortaya çıktı. Anzavur, gönderdiğimiz ulusal birliklerimize, ordu birliklerimize durmadan saldırdı. 20 Mayıs 1920'de Geyve Boğazı yakınlarında yenildi ve kaçmak zorunda kaldı.
Düzce dolaylarındaki ayaklanma olayı önemli idi. Abaza ve Çerkezlerden toplanmış dört bin kişilik büyük bir kalabalık, Düzce'yi basarak cezaevlerini boşalttılar ve çarpışma ile oradaki süvari birliğimizin silahlarını aldılar. Hükümet görevlileri ile subayları tutukladılar.
Ayaklananlar üzerine her yandan kuvvet gönderdik. Bu arada Geyve'de bulunan Yirmi Dördüncü Tümen de, komutanı Yarbay Mahmut Bey başta olduğu halde Düzce üzerine yürüdü. Mahmut Bey, Meclis'in açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920'de, Hendek'ten Düzce'ye geçerken, Hendek de ayaklandı. Adapazarı da ayaklananlarca elde edildi. Mahmut Bey, 25 Nisan 1920'de Hendek-Düzce yolu üzerinde ayaklananlarca aldatılarak pusuya düşürülmüş ve ilk ateşte şehit edilmiştir. Kurmay Başkanı Sami Bey ile emir subayı ve daha birkaç subay da o sırada şehit düştüler. Bunun üzerine Yirmi Dördüncü Tümenin hepsi, savaşmadan, ayaklananlarca tutsak edildi. Bütün tüfekleri, topları alındı. Ağırlıkları yağma edildi. Bu sırada İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim İstanbul'dan Adapazarı'na geldi. Halka, Padişahın selamını bildirdi ve yüz elli lira aylıkla gönüllü yazmaya başladı. Toplanan başkaldırıcı kuvvetler, bütün o çevrede üstünlük sağladıktan sonra Geyve Boğazındaki kuvvetlerimize saldırmaya başladılar.
Bizim, bu ayaklanma
alanına gönderdiğimiz kuvvetler şunlardı;
1-
Salihli ve Balıkesir Ulusal Kuvvetlerinden (Kuvayi Milliyesinden)
kurulmuş Çerkez Ethem (1934 basımında: Etem olarak geçer.)
Bey Birliği;
2-
İki tabur asker, dört dağ topu ve beş makineli tüfek ile
üç yüz atlı efeden kurulmuş Binbaşı Nazım Bey Birliği;
3-
İki tabur piyade, sekiz makineli tüfek, iki sahra ve iki dağ
topundan kurulmuş Yarbay Arif Bey Birliği;
4- Üç yüz kişilik ulusal kuvvet ile iki makineli tüfek ve iki bomba topundan kurulmuş Binbaşı İbrahim Bey (Çolak İbrahim Bey) Birliği.
Komutan olarak da;
Ali Fuat Paşa, Geyve Boğazı yakınlarından Adapazarı
doğrultusunda ve Refet Paşa da, Ankara'dan Beypazarı yoluyla Bolu
doğrultusunda görevlendirildiler.
Hilafet Ordusu
Baylar, İzmit'te de Süleyman Şefik Paşa komutasında, Halife Ordusu adında hain bir kuvvet yığınak yapıyordu. Bunun bir kısmı da, Bolu yakınlarında Kurmay Binbaşı Hayri Bey komutasında ayaklananları desteklemişti. Bu kuvvetle birlikte, İstanbul'dan gönderilmiş birçok subay da vardı.
Hilafet Ordusunun, Süleyman Şefik Paşa'dan sonra, belli başlı komutanları, Süvari Tuğgeneral Suphi Paşa ve Topçu yarbaylarından Senaî Bey'di. İstanbul'da da özel olarak kurulmuş bir kurmaylar kurulu vardı. Bu kurulun belli başlı başkanları da Kurmay Albay Refik ve Kurmay Yarbay Hayrettin Beylerdi.
Suphi Paşa ile ilgili küçük bir anımı anlatayım: Suphi Paşa'yı Selânik'ten tanırdım. Ben kolağası iken o, daha o zaman, tuğgeneral ve süvari tümeni komutanı idi. Arada üstlük astlık ayrımı olduğu halde çok yakın arkadaşlığımız vardı. Meşrutiyetin kuruluşu sıralarında ilkin İştip dolaylarında "Cumalı" denilen bir yerde süvari manevraları yaptırmıştı. Başka kimi kurmaylar arasında beni de manevrada bulunmak üzere çağırmıştı. Kendisi Almanya'da öğrenim görmüş, çok usta bir binici idi. Ama, askerlik sanatını anlamış bir komutan değildi. Manevranın bitiminde ben, yetkim ve aşamam elverişli olmadığı halde Paşa'yı bütün subaylar önünde acı bir dille yermiştim ve daha sonra "Cumalı Ordugâhı" adında küçük bir kitap da yazmıştım. Suphi Paşa, gerek herkesin önünde yaptığım eleştirilerden gerekse yayımlanan bu kitabımdan pek üzüldü. Kendisinin açıkça söylediğine göre içgücü kırılmış. Ama, bana gücenmedi. Arkadaşlığımız sürüp gitti. İşte, Hilafet Ordusuna buldukları komutan bu Suphi Paşa'dır. Paşa, sonraları Ankara'ya geldi. Geziye çıkıyordum. İstasyonda çok kalabalık içinde birbirimizle karşılaştık. Kendisine ilk sorum şu oldu:
-Paşam, niçin Halife Ordusu Komutanlığını kabul ettin?
Suphi Paşa bir an duraksamaksızın:
-Size yenilmek için, karşılığını verdi.
Verdiği bu yanıtla anlatmak istiyordu ki, bu görevi özel bir duygu ile kabul etmişti. Suphi Paşa'nın böyle bir düşüncesi bulunabilir. Ama, gerçekte, komutayı üzerine aldığı zaman kuvvetleri yenilmiş bulunuyordu.
Bolu, Düzce,
Adapazarı ve İzmit dolaylarındaki bu ayaklanma, bu kez 4 Haziran
1920 gününe değin, üç aydan daha çok sürdü. Daha sonra, 29 Temmuzda
yine bir ayaklanma oldu. Bundan sonra da bu bölgede tam dirlik düzenlik
kurulamamıştır. Ama, ayaklananlar, sonunda tümden bozguna uğratılmış
ve elebaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yasalarına bırakılmıştı.
Hilafet Ordusunun Bolu yöresinde bulunan kısmı da bozguna uğratıldı.
Komutanı Binbaşı Hayri ve subayları Yüzbaşı Ali,
Üsteğmen Şerafettin, Üsteğmen Hayrettin, Makineli Tüfek Subayı
Mehmet Hayri, Tabur Yazmanı (Levazım Subayı) Hasan Lûtfi,
Cerrah (operatör) İbrahim Ethem Efendiler için de öbür elebaşılar
gibi işlem yapıldı. Hilafet Ordusu da İzmit'ten İstanbul'a
kaçmak zorunda bırakıldı.
Yenihan,
Yozgat ve Boğazlıyan Ayaklanmaları
Baylar, yurdun kuzeybatı bölgesinde ayaklananlarla uğraşırken yurdun ortasında Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan dolaylarında da ayaklanmalar başlıyor. Bu ayaklanmalar da anlatılmaya değer.
14 Mayıs 1920'de Postacı Nâzım ve Çerkez Kara Mustafa adında birtakım adamlar, otuz kırk kişi ile Yenihan'a bağlı Kaman köyünde başkaldırdılar. Bu ayaklanma gittikçe artan bir sertlikle genişledi. Ayaklananlar 27/28 Mayıs 1920 gecesi Çamlıbel'de bulunan bir birliğimizi basarak tutsak ettiler. 28 Mayıs 1920'de ayaklananlardan başka bir bölüm de Tokat yakınında yürüyüş halinde bulunan bir taburumuza saldırarak dağıttılar ve bir kısmını tutsak ettiler. Ayaklananlar ataklarını artırarak, 6/7 Haziran 1920 gecesi Zile'yi ele geçirdiler. Oralardaki askerlerimiz Zile kalesine çekilerek kendilerini savundular. Ama, yiyecek ve cephaneleri tükendiğinden üç gün sonra teslim oldular. Ayaklananlar, 23/24 Haziran 1920'de de Boğazlıyan'a baskın yaptılar. Orada bulunan bir birliğimizi dağıttılar. Amasya'da bulunan Beşinci Kafkas Tümeni, Cemil Cahit Bey komutasında olarak, ayaklananlar üzerine gönderildi. Antep bölgesinde bulunan Kılıç Ali Bey de, bir ulusal birlik i1e bu bölgeye getirildi. Erzurum'dan Ankara'ya gelmekte olan bir Erzurum ulusal birliği de o bölgede bırakıldı. 1920 yılı Temmuzunun ortalarına değin, bu ayaklananların kovalanması ve tepelenmesiyle uğraşıldı. Yenihan Ayaklanması, Orta Anadolu'nun başka yerlerindeki karıştırıcıların da başkaldırmalarına yol açtı. Çapanoğullarından Celâl, Edip, Salih ve Halit Beyler; Aynacıoğulları ve Deli Ömer çeteleri gibi birtakım haydutları başlarına toplayıp 13 Haziranda da Yozgat yakınındaki Sorgun (Eski adı: Köhne.) bucak merkezini ele geçirerek ayaklandılar; 14 Haziranda da Yozgat şehrini ele geçirerek büyük bir bölgede üstünlük sağladılar. Merkezi Sivas'ta olan Üçüncü Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız Ulusal Kuvvetler az geldi. Eskişehir'den Ethem Bey birliği ve Bolu dolaylarındaki İbrahim Bey birliği de Yozgat bölgesine gönderildi.
Yozgat ve dolaylarında ayaklananlar tepelendikten sonra, oraya gönderilen birliklere başka bölgelerde görev verildi. Ama, bu bölgede genel olarak dirlik düzenlik kurulamadı.
7 Eylül 1920'de Küçük
Ağa, Deli Hacı, Aynacıoğulları denilen birtakım
serseriler Zile yakınlarında; Kara Nâzım, Çopur Yusuf denilen
birtakım adamlar da Erbaa dolaylarında yeniden başkaldırdılar.
Bunlardan Aynacıoğulları üç yüz atlı kadar kuvvet
toplayabilmişlerdi. Bu durum üzerine, İkinci Gezici Kuvvet (Kuvayi
Seyyare) adını alan İbrahim Bey birliği yine, bulunduğu
Eşkişehir bölgesinden Yozgat'a giderek oradaki bölgesel ulusal
birlikler ve jandarma kuvvetleriyle birlikte Maden, Alaca, Karamağara,
Mecitözü bölgelerinde çeşitli topluluklar halinde karıştırıcılık
ve soygunculuk eden haydutları kovalayıp tepeledi. İbrahim Bey,
ayaklananları tepelemeyi ancak üç aydan daha çok bir zamanda başarabildi.
Güney
Sınırımızdaki Olaylar
Baylar, o sıralarda güney bölgelerimizde de bizi gerçekten uğraştıran önemli ayaklanmalar oldu.
Milli Aşireti başkanları Mahmut, İsmail, Halil, Bahur, Abdurrahman Beyler, güneyde düşmanlarla gizli ilişki ve bağlantı kurduktan sonra Siirt'ten Dersim (Bugünkü Tunceli bölgesi) dolaylarına değin bütün aşiretlerin başkanı adını takınarak o bölgeye başkanlık etmeye ve orada zorla buyruklarını yürütmeye kalkıştılar.
Fransızlar,1920 yılı Haziranının başında, Urfa'yı ikinci kez ele geçirmek amacıyla yürüyüşe geçtikleri zaman Milli Aşireti de Siverek'e doğru ilerledi. Buna karşı, o bölgede bulunan Beşinci Tümenimiz görevlendirildi. Bu tümen o bölgedeki ulusal kuvvetlerimizle de desteklendi. Bu aşireti, 19 Haziran 1920'de, birliklerimiz kovalayarak güneydoğu yönüne sürdü ve düşman bölgesine kaçmak zorunda bıraktı. Bu aşiret, bir süre düşman bölgesinde hazırlandıktan sonra, 24 Ağustos 1920'de üç bin atlı ve develi, bin kadar yaya kuvvetle yeniden topraklarımıza geçti. Viranşehir yakınlarına geldi. Bunlar, aman dilemek için geldiklerini söyleyerek oradaki komutanlarımızı aldatıp tedbirsiz davranmalarına yol açtılar. Bu sırada, o bölgede dağınık bulunan birliklerimize saldırarak onları yendiler ve 26 Ağustos 1920'de Viranşehir'i ele geçirdiler. Haberleşmemizi ve bağlantımızı engellemek üzere de o bölgedeki bütün telgraf tellerini kestiler.
Ancak, on beş gün sonra, Beşinci Tümenin Siverek, Urfa, Resülayn (Bugünkü adı: Ceylanpınar.) ve Diyarbakır'da bulunan birliklerinden gönderilen kuvvetlerle bize bağlı aşiret kuvvetleri, Milli Aşiretini yenebilmişlerdir. Kovalanan bu aşiret yine güneye, çöle kaçtı.
Baylar, güneyde
Milli Aşiretinin ayaklanmasını bastırmaya çalışırken
Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa adında bir adam da başına
kuvvet topluyor, askerlerimizi kaçmak için ayartıyor ve halka askere
gitmemelerini öğütlüyordu. Çopur Musa 21 Haziran 1920'de Çivril'i bastı.
Gönderilen kuvvetler karşısında kaçıp Yunan ordusuna katıldı.
Konya
Ayaklanması
Baylar, Çopur Musa olayından
önce bir ayaklanma olayı da Konya'da çıktı. 5 Mayıs
1920'de Konya'da karışıklık çıkarmak amacıyla
kurulmuş bir dernek bulunduğu anlaşıldı. Bu dernek üyelerinden
ileri gelenlerinin tutuklanmasına başlandı. Bir gün sonra,
tutuklanmakta olan bu ileri gelenler, halkı da kışkırtarak
Konya içinde silahlı bir toplantıya giriştiler. Bir kısım
halk da silahlı olarak dışardan geldi ve hep birlikte ayaklandılar.
Konya'da bulunan komutan, elindeki kuvvetlerle yiğitçe çarpışarak
ayaklananları dağıtmayı ve önayak olanları tutuklamayı
ve kovalamayı başardı.