ARALIK 2007


Reuters'ın objektifinden 2007'de Türkiye

Reuters 2007 Photo Gallery
2007 Foto Galeri (tıklayınız)

Reuters haber ajansı 2007 Türkiye'sini dünyaya bu fotoğraflarla anlattı.


9 ARALIK 2007

"Bağımsız Yargı Mitingi"

ENGLISH

Türkiye Barolar Birliği, sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bugün 
Ankara'da Tandoğan Meydanı'nda "Bağımsız Yargı" için miting düzenlenecek.



Başkent’te Bağımsız Yargı Mitingi
Ankara Tandoğan Meydanı’nda yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı “Bağımsız Yargı” mitinginde, geçtiğimiz hafta yasalaşan Hakim ve Savcılar Kanunu protesto edildi.

Bağımsız Yargı Mitingi

ANKARA (NTV-MSNBC VE AJANSLAR)- Türkiye Barolar Birliğinin bazı sivil toplum örgütleriyle birlikte düzenlediği “Bağımsız Yargı” mitingi, Tandoğan Meydanı’nda yapıldı. 200’ün üzerinde sivil toplum kuruluşunun destek verdiği mitinge 81 ilin baro başkanı, yargıçlar ve savcılar birliği üyeleri, hukuk fakültelerinden öğretim üyeleri ve çok sayıda vatandaş da katıldı.

Ankara dışından otobüslerle gelen ve çoğunluğunu yargı mensuplarının oluşturduğu katılımcılar üst aramaları yapıldıktan sonra miting alanına alındı.

ÖZOK: KUL YOK, YURTTAŞ VAR

Hukuk şehitleri için saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından başlayan mitingde konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, şu ana kadar kapalı toplantılarda tartıştıkları yargı sorunlarını vatandaşla paylaşmak zorunda kaldıklarını söyledi.

Demokrasinin ciddi ve disiplin isteyen bir iş olduğuna işaret eden Özok, “hükümetin sandıktan aldığı oyla her şeyi yapamayacağını” ifade etti.

“Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefinin yozlaştırılmak istendiğini” savunan Özok, Türkiye’de hukuka müdahale ettirmeyeceklerini söyledi.

 
 

“Yargıç ve savcılarla ilgili yapılan yeni düzenleme ile hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi büyük darbe almıştır” diyen Özok, şunları kaydetti: “İnsanlığın ulaştığı teknoloji ve bilim çağı, insanlar ve toplumlar arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlığı ve en önemlisi yaşam kaynağı olan milli gelirin paylaşımındaki dengesizliği giderememiştir. Bu olumsuzlukların en aza indirildiği toplumlarda egemen güç, insan hak ve özgürlüklerine dayanan, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletidir. Çünkü hukuk devletinde her şeyi hukuk belirler. Temel ölçüt bireydir. Tebaa yoktur, özgür insan vardır. Kul yoktur, yurttaş vardır. Bundan rahatsız olanlara izin vermeyeceğiz. Hukuk devleti ilkesi demokratik yöntemlerle yönetimi elde eden yöneticilerin de yönetilenler gibi kendilerini hukukla bağlı olmalarını öngörür. Bunun doğal sonucu, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulmasını zorunlu kılar. Hukuk devletinde yürütme erkini elinde tutan hükümet üyeleri ve başbakan hiç bir şekilde yargı temsilcilerini etkileyecek beyan ve davranışta bulunamaz. Bulunuyorsa o ülkede hukukun üstünlüğünden söz edilemez.”

‘CUMHURBAŞKANI’NIN YAKASINDA AK PARTİ ROZETİ VAR’
Hukuk devletininin en temel unsurunun bağımsız yargı denetimi olduğunu vurgulayan Özok, yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran bir kişinin her yaptığının da doğru kabul edilemeyeceğini söyledi.

Güçlü, etkili ve adalete ulaşmayı sağlayabilecek nitelikte bağımsız bir yargıya “herkesin ihtiyacı olduğunu” belirten Özok, AK Parti hükümeti ile sorunlarının olmadığını, isteklerinin aydınlık ve uygar bir Türkiye olduğunu ifade etti.

“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gece yarısı imzalayarak yürürlüğe koyduğu 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’ndaki değişikliğin Anayasa’nın ‘güçler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına’ aykırı bir düzenleme olduğunu” ileri süren Özok, “Sayın Cumhurbaşkanı, AK Parti’nin rozetini takarak Cumhurbaşkanlığı yapmaktadır” dedi.

‘ANAYASA İMAMIN İŞİ DEĞİL’
Özok, anayasayı hukukçuların hazırlaması gerektiğini belirterek, “Anayasa hukukçuların işidir; anayasa tüccarın, imamın işi değildir. Herkes en iyi bildiği işi yapsın, hem de 5 vakit yapsın. Biz de işimizi yapalım” dedi.

 

 

MOROĞLU: HAZIRLANAN TASLAK SİVİL OLAMAZ
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Avukat Nazan Moroğlu ise hukuk devletine sahip çıkmak, yargı bağımsızlığını savunmak ve yargının siyasallaşması tehlikesini gördükleri için toplandıklarını belirterek, yargının Atatürkçü hakim ve savcılara emanet edilmesi gerektiğini söyledi.

Çıkartılan yasaların adalet sistemini zedelediğini iddia eden Moroğlu, hazırlanan anayasa taslağının sivil olduğunu söyleyenlere inanmadıklarını kaydetti.

Taslağın kadınları eşit haklardan uzak tutup toplumun korunmaya muhtaç bir kesimi olarak gösterdiğini söyleyen Moroğlu, kadınlara seslenerek, “görüşünüz ne olursa olsun size türban serbestini sunanlara karşı çok dikkatli olun, bunu kabul etmeniz mümkün değildir” dedi.

BATUM: YARGI ÜZERİNDE OYUNLAR OYNANIYOR
Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum da yaptığı konuşmada, Türkiye’de yargı ve hukukun üstünlüğü üzerine oyunlar oynandığını ileri sürdü.

“Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin üzerlerinde büyük siyasi baskılar bulunduğunu” iddia eden Batum, hukukun korunduğu iddia edilen yeni anayasa taslağına göre, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 17 üyesinden 9’unu seçme hakkının hükümete bırakıldığını kaydetti.

Aynı taslağın YÖK’ün 11 üyesinden 6’sını, Danıştay üyelerinin de dörtte birinin seçimini Bakanlar Kurulu’na bıraktığını anlatan Batum, “Sonra da bizim bunun demokratik ve sivil bir anayasa olduğuna inanmamızı bekliyorlar” dedi.

Yargının sorunlarına tüm siyasalların kayıtsız kaydığını öne süren Batum, yapılacak anayasanın demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne dayalı, içinde insan hakları ve yargı bağımsızlığı bulunan bir anayasa olması gerektiğini belirterek, “Taslakta bunlar yok” diye konuştu.

Gazeteci Tuncay Özkan da yaptığı konuşmada, “Geleceğimizi karartmak isteyenlerin karşısında inanç ve kararlılıkla duracağız. Rejimin teminatı olan hukukçuların ve hukuk sisteminin yanındayız” dedi.

‘BAĞIMSIZ YARGI, TARAFSIZ ADALET’
Ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleri bulunan katılımcılar sık sık “Bağımsız yargı, tarafsız adalet”, “Türkiye laiktir laik kalacak” şeklinde sloganlar attılar. Mitinge katılanlar, attıkları sloganlarla hükümeti ve basını da protesto ettiler.

Mitinge, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz ile bazı illerin baro başkanları, gazeteci Hulki Cevizoğlu da katılarak destek verdi.

Konuşmaların ardından miting sona erdi.

 

Yeni Anayasa Taslağı (Tam metin) 
www.ntvmsnbc.com/news/419856


Avukat, hakim ve savcılardan protesto eylemi

Türkiye Barolar Birliği, hakim ve savcılar yasasına Ankara'da düzenlenen bir mitingle tepki gösteriyor. Birlik, 'Bağımsız Yargı' mitingine iki yüze yakın sivil toplum örgütünün destek vereceğini duyurdu.

Miting nedeniyle polis, saat 11.00'den itibaren Tandoğan Meydanı'na açılan yolları trafiğe kapadı. Güvenlik güçleri, meydanda bomba araması yaptı.
 
Mitinge katılmak için gelenler, oluşturulan arama noktalarından üst araması yapıldıktan sonra alana alındı.
 
Ellerinde Türk bayrakları ve "Atam İzindeyiz" yazılı dövizlerle Atatürk posterleri taşıyan katılımcılar arasında yargı mensupları da bulunuyor.
 
Barolar Birliği davetinde, "Türkiye'nin laik, demokratik, hukuk devleti karakterini değiştirme gayretlerine direnme bilincindeki herkesi bekliyoruz" denildi.
 
Mitingde Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Profesör Doktor Süheyl Batum, avukat Nazan Moroğlu ve Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun birer konuşma yapması bekleniyor.
 
Hakim ve savcılar yasası Meclis'te tartışmalarla kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onay süreci de muhalefetin eleştirilerine neden olmuştu.
 
Tartışmalı yasaya Gül onayı
 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ''yargıda siyasallaşma'' eleştirilerine hedef olan hakim ve savcılar yasasını hızla onayladı ve yasa 4 Aralık'ta Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
 
Bu gelişmenin ardından, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), yasayla ilgili 'Anayasa'ya aykırılık' talebinde bulunacağını açıkladı.
 
Birlik, ''Cumhurbaşkanı'nın yasayı bu kadar kısa sürede imzalaması üzüntüyle karşılanmıştır'' dedi.
 
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul şubesi üyesi bir grup avukat da, kanuna karşı olduklarını bildirdi.

Kanun, hakim ve savcı adaylarının Adalet Bakanlığı'nın yapacağı mülakatla atanmasına imkan tanıyor.
 
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı nedeniyle, yönetmelikle yapılan hakim ve savcı alımlarını yasal bir düzenlemeye kavuşturmayı amaçlayan kanuna göre, idari yargıda hakim olmak isteyen ve hukuk fakültesi dışındaki fakültelerden mezun olanların oranı, kabul edilecek aday sayısının yüzde 20'si ile sınırlandırılıyor. 
CNNTurk 9 Aralık 2007


Hakim ve Savcılar Yasası'na mitingli tepki

Hükümetin hakimler ve savcılar yasasında gerçekleştirdiği değişikliği protesto etmek için hakim, avukat ve savcılar Ankara Tandoğan Meydanı'nda buluştu. Türkiye Barolar Birliği'nin öncülüğünde yapılan mitingde AK Parti'nin hazırladığı Anayasa taslağı da eleştirildi.

Mitingde AK Parti'nin hazırladığı Anayasa taslağı eleştirildi

Hükümetin hakimler ve savcılar yasasında gerçekleştirdiği değişikliği protesto etmek için hakim, avukat ve savcılar Ankara Tandoğan Meydanı'nda buluştu. Türkiye Barolar Birliği'nin öncülüğünde yapılan mitingde AK Parti'nin hazırladığı Anayasa taslağı da eleştirildi.

Türkiye Barolar Birliği'nin bazı sivil toplum örgütleriyle birlikte düzenlediği "Bağımsız Yargı" mitingi, Tandoğan Meydanı'nda yapıldı.
 
Ankara dışından otobüslerle gelen ve çoğunluğunu yargı mensuplarının oluşturduğu katılımcılar üst aramaları yapıldıktan sonra miting alanına alındı.
 
Özdemir Özok: "Yargıç güvencesi darbe aldı"
 
Hukuk şehitleri için saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından başlayan mitingde konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, şu ana kadar kapalı toplantılarda tartıştıkları yargı sorunlarını vatandaşla paylaşmak zorunda kaldıklarını söyledi.
 
Demokrasinin ciddi ve disiplin isteyen bir iş olduğuna işaret eden Özok, "Hükümetin sandıktan aldığı oyla her şeyi yapamayacağını" ifade etti.
 
"Mustafa Kemal Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefinin yozlaştırılmak istendiğini" savunan Özok, Türkiye'de hukuka müdahale ettirmeyeceklerini söyledi.
 
"Yargıç ve savcılarla ilgili yapılan yeni düzenleme ile hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi büyük darbe almıştır" diyen Özok, "İnsanlığın ulaştığı teknoloji ve bilim çağı, insanlar ve toplumlar arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlığı ve en önemlisi yaşam kaynağı olan milli gelirin paylaşımındaki dengesizliği giderememiştir" dedi.
 
"Bu olumsuzlukların en aza indirildiği toplumlarda egemen güç, insan hak ve özgürlüklerine dayanan, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletidir" diyen Özok, hukuk devletinde her şeyi hukukun belirlediğini, temel ölçütün birey olduğunu ve bu düzende tebaanın olmadığını söyledi.
 
Özok, "Özgür insan vardır. Kul yoktur, yurttaş vardır. Bundan rahatsız olanlara izin vermeyeceğiz" dedi..
 
Hukuk devletinin ilkesinin yöneticilerin de yönetilenler gibi hukuka bağlı olmaları gerektiğini kaydenen Özdemir Özok, hukuk devletinde yürütme erkini elinde tutan hükümet üyeleri ve başbakanın hiç bir şekilde yargı temsilcilerini etkileyecek beyan ve davranışta bulunamayacaklarını ifade etti.
 
Hukuk devletininin en temel unsurunun bağımsız yargı denetimi olduğunu vurgulayan Özok, yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran bir kişinin her yaptığının da doğru kabul edilemeyeceğini söyledi.
 
Güçlü, etkili ve adalete ulaşmayı sağlayabilecek nitelikte bağımsız bir yargıya "herkesin ihtiyacı olduğunu" belirten Özok, AK Parti hükümeti ile sorunlarının olmadığını, isteklerinin aydınlık ve uygar bir Türkiye olduğunu ifade etti.
 
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gece yarısı imzalayarak yürürlüğe koyduğu 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'ndaki değişikliğin Anayasa'nın 'güçler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına' aykırı bir düzenleme olduğunu" ileri süren Özok, "Sayın Cumhurbaşkanı, AK Parti'nin rozetini takarak Cumhurbaşkanlığı yapmaktadır" dedi.
 
Nazan Moroğlu: "Yargının siyasallaşması tehlikesi"
 
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Avukat Nazan Moroğlu ise hukuk devletine sahip çıkmak, yargı bağımsızlığını savunmak ve yargının siyasallaşması tehlikesini gördükleri için toplandıklarını belirterek, yargının Atatürkçü hakim ve savcılara emanet edilmesi gerektiğini söyledi.
 
Çıkartılan yasaların adalet sistemini zedelediğini iddia eden Moroğlu, hazırlanan Anayasa taslağının sivil olduğunu söyleyenlere inanmadıklarını kaydetti.
 
Taslağın kadınları eşit haklardan uzak tutup toplumun korunmaya muhtaç bir kesimi olarak gösterdiğini söyleyen Moroğlu, kadınlara seslenerek, "Görüşünüz ne olursa olsun size türban serbestini sunanlara karşı çok dikkatli olun, bunu kabul etmeniz mümkün değildir" dedi.
 
Süheyl Batum: "Yargı ve hukukun üstünde oyun oynanıyor"
 
Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum da yaptığı konuşmada, Türkiye'de yargı ve hukukun üstünlüğü üzerine oyunlar oynandığını ileri sürdü.
 
"Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin üzerlerinde büyük siyasi baskılar bulunduğunu" iddia eden Batum, hukukun korunduğu iddia edilen yeni Anayasa taslağına göre, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 17 üyesinden 9'unu seçme hakkının hükümete bırakıldığını kaydetti.
 
Aynı taslağın YÖK'ün 11 üyesinden 6'sını, Danıştay üyelerinin de dörtte birinin seçimini Bakanlar Kurulu'na bıraktığını anlatan Batum, "Sonra da bizim bunun demokratik ve sivil bir anayasa olduğuna inanmamızı bekliyorlar" diye konuştu.
 
Yargının sorunlarına tüm siyasalların kayıtsız kaydığını öne süren Batum, yapılacak Anayasa'nın demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne dayalı, içinde insan hakları ve yargı bağımsızlığı bulunan bir Anayasa olması gerektiğini belirterek, "Taslakta bunlar yok" dedi.
 
Gazeteci Tuncay Özkan da yaptığı konuşmada, "Geleceğimizi karartmak isteyenlerin karşısında inanç ve kararlılıkla duracağız. Rejimin teminatı olan hukukçuların ve hukuk sisteminin yanındayız" dedi.
 
Ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleri bulunan katılımcılar sıksık "Bağımsız yargı, tarafsız adalet", "Türkiye laiktir laik kalacak" şeklinde sloganlar attılar.
 
Mitinge katılanlar, attıkları sloganlarla hükümeti ve basını da protesto ettiler.
 
Mitinge, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz ile bazı illerin baro başkanları, gazeteci Hulki Cevizoğlu da katılarak destek verdi.
 
Konuşmaların ardından miting sona erdi.
 
Barolar Birliği davetinde, "Türkiye'nin laik, demokratik, hukuk devleti karakterini değiştirme gayretlerine direnme bilincindeki herkesi bekliyoruz" demişti.
 
Hakim ve savcılar yasası Meclis'te tartışmalarla kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onay süreci de muhalefetin eleştirilerine neden olmuştu.
CNNTurk 9 Aralık 2007


Türkiye Cumhuriyeti için, hukuk düzeni için, hakkımızı arayabilmek için adalet istiyoruz
9 ARALIK'TA SAAT 12:00'DE ANKARA TANDOĞAN MEYDANINDAYIZ

KATILMAK İSTEYEN YURTTAŞLARIMIZ İLLERİNDEKİ AVUKATLIK BAROLARINA, BİZ KAÇ KİŞİYİZ SİVİL TOPLUM PLATFORMU BÖLGE SORUMLULARINA VEYA ÜYESİ OLDUKLARI SİVİL TOPLUM TEMSİLCİLİKLERİ İLE BAĞLANTIYA GEÇEREK ULAŞIM İHTİYAÇLARINI GİDEREBİLİRLER.

Bir milyonu aşan Cumhuriyet Sevdalılarının buluşması
9 Aralık 2007 Tandoğan da

Bir milyonu aşan Cumhuriyet Sevdalıları' nın buluşması 9 Aralık 2007 Tandoğanda, Bizkaçkişiyiz Sivil Toplum Platformu Üyeleri " Hukukuma Dokunma Mitingi'" nde buluşuyor.

Türkiye Cumhuriyeti' nin temel değerlerini sonsuza kadar koruma kararlılığını göstermek için Tandoğan Meydanı' na tekrar geliyoruz. Anayasamıza, hukukumuza  vatanın bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmaya geliyoruz. R.T.E yasalarını çıkararak ortamı aşındırıp daraltmaya çalışarak; laik rejimi sinsi bir biçimde ve adım adım değiştirmek isteyenleri durdurmak için geliyoruz, geliyoruz!...

İstanbul üyelerimizden mitinge gelmek isteyenlerin ad- soyad ve telefon numaralarını ve otobüse binecekleri merkezleri www.bizkackisiyiz.com dan üye girişi yaparak yazdırmalarını önemle rica ederiz.
Hareket tarihi ve saati: 08.11.2007 Cumartesi Saat: 23:45


KANALTURK
www.kanalturk.com.tr

Biz Kaç Kişiyiz .com
www.bizkackisiyiz.com


ÇAĞIRIYORUZ....

HUKUKA, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE, HUKUKÇUMUZA VE ADALETE SAHİP ÇIKIYORUZ...
HALK HUKUKUNA SAHİP ÇIKIYOR...

Cumhuriyet idaresi ve hukuk "kimsesizlerin kimsesi"ydi.
O' cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk, öyle diyordu...
Şimdi bizi kimsesiz bırakmak istiyorlar.
Edirne'den, Ardahan'a uyan Türkiye...
Hukukumuzu, bizi biz yapan, bizi ayakta tutan adaleti çalıyorlar...
Hukukun Üstünlüğü İlkesini yaşatmak için adalet istiyoruz.
Halk hukukuna sahip çıkacak.
Canları pahasına hukuk diyenlere, cumhuriyete, ulusa sahip çıkanlara, sahip çıkacağız.
Hukukumuzun da, hukukçumuzun da sahibi: Laik cumhuriyettir. Türk ulusudur.
Millet hukukuna da, hukukçusuna da dokundurtmaz.
9 Aralık'ta hukukumuzu Ankara Tandoğan meydanında koruma altına alacağız.
Kimsesiz kalmamak için, 9 Aralık'ta Ankara'dayız.
Vatan, namus ve ahdevefa için, hukukun üstünlüğü için herkesi herkesi herkesi, Tandoğan meydanına çağırıyoruz.

BİZ KAÇ KİŞİYİZ SİVİL TOPLUM PLATFORMU


GAZİ MUSTAFA KEMAL DİYOR Kİ:

"... memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar.Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.
... bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık. İstanbul'un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da 'Ya istiklal, ya ölüm' diyemiyor."

Mustafa Kemal'in görüşleri Ağustos 1919
Mazhar Müfit Kansu'nun günlüğünden

Alıntı: Milli Kurtuluş Tarihi Cilt 1 sy 268 Doğan Avcıoğlu.

Atatürk'ün Cumhuriyet Savcılarına Seslenişi:


Belge: Atatürk'e Göre Cumhuriyet Savcısı
Özel Kalem Müdürlüğü/214
9.Ekim.1925 yılı sıra numarası 124

Her uygar ve çağdaş devlette olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Adliyesinde de Cumhuriyet Savcılarını, yüksek ve olağanüstü önem taşıyan bir görev ve bir makamın temsilcileri olmak üzere tanırım.
Devrim Savcılarının kendilerine emanet edilmiş bu büyük görevin önem ve duyarlılığına uygun bir durumda uyanık ve aktif bulunmaları hususunu adliyelerimizin başarı ve üstünlüğü etkenlerinin en önemlilerinden sayarım. Laik Türk Devrimi, çağımızın uluslara yaşam ve yükselme yeteneğini ereğe ulaştıran en son ve en uygar ilkelerinin bir anlatımı ve Türk Milletinin büyük özverileriyle sürdürülen ve kazanılan büyük savaşın eseridir. Devrim gerçekliği, kararları ve yasalarıyla ulusal istenç ve egemenliğin bir görünümü ve genel olarak Türk Milletinin hukununun tümüdür. Devrim, ulusun her kesiminin emeğinden ve hakkından oluşturulmuştur. Savcılarımızın onun bütün gerek ve erekleri çevresinde en kıskanç ve uzaklara kadar gözetleyici, duyarlı nöbetçiler halinde bulunmalarını birincil görevlerinden sayarım.
Türk Cumhuriyeti, ulusun yazgısını yüzyıllarca yanlış, acıklı gelenekleriyle haksızlık ve baskının kan ve yangın selleri içinde sürükleyen saltanat ve hilafet tarihini yok etti. Bu savaşın en temel amaçlarından birisi de, halkı zorbaların ezileni, entrikacıların aleti olmaktan kurtulmak ve ulusu kendi yazgısına sahip kılmaktır.
Çağdaş ve uygar bir ulusuz. Ulusumuz Batı uygarlığını kayıtsız ve koşulsuz kabul etmiştir. Yaşamda başarılı olmanın biricik yolu budur. Yılmaz ve kararları kesin devrimimiz Türk Ulusunun yaratılıştan gelen ve çok verimli yeteneğinin gelişim ve arttırılması için bu yolda gereken temeli hazırlayarak sür'atle ilerlemektedir. Yüksek amaca yönelik herhangi bir suikast failinin duraksamadan kovuşturulması ve bu kovuşturmanın ulusun tüm hukuku tatmin ve tazmin edilinceye kadar hakim önünde dahi endişe ve ısrar ile sürdürülmesi ve sonuçlandırılmasını talep ederim.
Bütün düşüncelerin üstünde bulunan hukuk ve kamu yararının savunulması devlet ve hükümet gücünün mutlaka sağlanması ve korunmasıyla mümkün olabileceğini önemle hatırlatırım. Cumhuriyette devlet ve hükümet gücü, ulusal istenç ve egemenliğin en kesin ve en temel bir anlatımı ve görünümüdür. Türk yasalarına dayanan söz konusu yetki ve güce zarar verecek (engel olacak) en ufak bir kalkışmanın dahi ulusun egemenlik hakkına açık bir saldırı sayılarak, buna yeltenenlerin mutlaka mahkeme huzuruna sevkini talep ederim. Özgürlük ve yasayı bir araç gibi ileri sürerek Türk ulusunun en küçük bir menfaatini bile tehlikeye uğratmak hakkına hiç kimse sahip değildir. Devlet halinde yaşayan uygar uluslarda özgürlük ulusun emrindedir; menafi-i aliyesinin istilzam ettiği suretlerde tevsi, tahdit ve tayin olunur. Yakın bir tarihimizde ve eski zamanlarda dinlerin müstebid ve cabbar tacdarlarla rahipler ve cerrarlar elinde vasita-i tahakküm olması gibi asr-ı hazırda hürriyet ve kanunların şunun veya bunun şahsi menafi ve entrikalarına alet edilmesine asla müsaade ve müsarnaha olunamaz. İnkılaba karşı koyan muhalefetin hürriyetten ve kanundan istifade hakkı yoktur. Ferdin değil ferdlerin heyeti umumiyesini ifade eden camianın, devletin menafii her mülahazaya, her endişeye tekaddüm etmelidir. Hudutsuz emellerini, menfaatlerini Türk milletinin ali menafiine ve hürriyetine takdim ve tercih edenlerdir. Hudutsuz şahsi hürriyetler, şahsi menfaatler medeni ve muntazam camiaları, devletleri yıkarak anarşiyi ekseriya istibdadı ihdas eylerler. Anarşi ve istibdat, hakkın batıla, zaifin kaviye mağlubiyetini istilzam eyler.
Medeni milletlerde kanun ve hürriyet yüksek menafiin siyaneti için tedvin ve kabul olunur. Asri devlet tesisine ve bu tesisden müstefid olmağa karar veren heyet-i içtimaiyelerde bu, en kat'i bir şart ve bir zarurettir. Ferd yok, camia vardır. İstibdat veya mutlakiyetle idare olunan devletlerdedir ki kanun ve hürriyet bir şahsın veya bir zümrenin tatmin-i amaline hadim bir vasıta olur. Bedavet veya vahşet halindedir ki cemiyet değil şahsın menfaatleri vardır.
Halkçılık ilkesine dayalı olarak yürütülen bir ülkede düzen ve disiplinin her yönetim biçiminden fazla bir önemi ve ısrarla kurulması ve geliştirilmesi gerekir. Bu genel kuralın çağımız uygarlığının başarı sırlarından en önemlisi olduğunu anımsatır ve belirtirim. Halk yönetimin ancak bu biçimde başarıya ulaşacağından ve insan haklarının ancak bu yoldan korunabileceğinden asla şüphe edilmemelidir. Düzen ve disiplin halk cumhuriyetlerinde ulusal istenç ve yarar gibi en yüksek bir yetkinin gereklerindendir. En son hukuk ilkelerine dayalı olan bu gerçeklerden Türk Cumhuriyeti savcılarının bir an için bile aymazlık içinde bulunmalarını olanaksız görüyorum. Yasalarımızın uygulanması gerektiğinde bu yönlerin önemle ve kesinlikle göz önünde tutulmasını talep ederim. Savcılarımızın kovuşturmak ve açmakla yükümlü oldukları ceza davaları, mahkeme önünde gerçekleşme nedenleri ve diğer kanıtlarıyla en ince noktalarına kadar anlatılacaktır. Yalnız, yasa maddelerinin uygulanması istemiyle yetinilmeyecektir. Cumhuriyet savcılarının bu yoldaki titiz açıklamalarını kamu oyunun, kamu hukuku adına gerçekleşen herhangi bir ceza istemiyle, suç ve sanık hakkında aydınlatılması ve yerine getirilecek hükmün niteliğine ilişkin açık bir fikir edinilmesini sağlamak için gerekli ve zorunlu görürüm. Yargıtayca dahi davaların incelenmesi sırasında bu yönlerin olağanüstü önem taşıdığını açıklamaya gerek yoktur.
Savcılık hüküm değil dava makamıdır. Yargılanması sırasında ve duruşmada savcılarımızın kendilerine herhangi bir davanın taraflarından sayarak ısrar ile açıklamada bulunmaları ve savlarının kabul ve desteklenmesini sağlamak için tüm tarihsel ve yasal araçlardan yararlanmayı asla savsaklamamaları gereklidir.
Toplumun hukuku adına ortaya koyduğu bir istemi kabul ettirememenin, Cumhuriyet savcısı için onur kazandıramayacağını önemle hatırlatmak isterim.
Hapishanelerin haftada bir mutlaka denetlenerek yargılanmadan tutuklu kalanların, kısaca sebepleriyle savsaklanmadan en yakın müfetteşliğe ve telgrafla Adalet Bakanlığına bildirilmesi gereklidir. Bir davanın harekete geçirilmesi ve kovuşturulması için bir yakınmanın gerçekleştirilmesi veya kolluğun savcılığa bildirimi beklenecektir. Öğrenmeden sonra soruşturmaya girişilerek herhangi bir olay çerçevesinde ilgili merciden bilgi alınarak gerçeğin araştırılması ve bu yolda olağanüstü kuşkucu ve duyarlı bulunulması hukuk ve kamu güvenliğinin esenliğini sağlamak bakımından kesinlikle gereklidir.
Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz bir birey yoktur. Cumhuriyet böyle bir varsayımı asla kabul edemez. İnsan hakları yasalarımızın güvencesi altındadır. En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı ve destekçisi devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri bulunan savcılardır. Kendilerini kimsesiz görenlerin her an ve zaman yanlarında haklarını aramakla yükümlü savcılar bulunduğunu asla hatırdan çıkarmamaları ve bundan emin olmaları gerekir. Zayıf haklıların en güçlü durumda bulunmaları Adliyemizin belirgin özelliği ve ülküsüdür. Cumhuriyet Adliyesinin yükselmesini ulusal bir onur meselesi yapmakta olduklarından şüphem olmayan çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanlarına mutlak ve kesin olan başarılarını coşkuyla temenni ederim efendim.

Belgenin orjinal metni :
Belge: Atatürk'e Göre Cumhuriyet Müddeiumumisi
Kalem-i Mahsus Müdürlüğü/214

9 Teşrin-i evvel 1341 sene teselsül numarası: 124
Her medeni ve asri devlette olduğu gibi Türk Cumhuriyeti Adliyesinde dahi müddeiumumileri yüksek ve fevkalade ehemmiyeti haiz bir vazife ve bir makamın mümessilleri olmak üzere tanırım. İnkılap muddeiumumilerinin kendilerine mevdu bu büyük vazifenin ehemmiyet ve nezaketiyle mütenasip bir halde müteyakkız ve faal bulunmaları hususunu adliyemizin muvaffakiyet ve muzafferiyatı avamilinin en mühimlerinden telakki ederim. Layik Türk İnkılabı, asr-ı hazırın milletlere hayat ve teali kabiliyetini ifade eden en son ve en medeni prensiplerinin bir ifadesi ve Türk milletinin azim fedakarlıklarıyla iltiham ve tetviç olunan muazzam cidalinin eseridir. İnkılap tecelliyatı, mukarreratı ve kanunlarıyla irade ve hakimiyet-i milliyenin bir tezahürü ve heyet-i asliyesiyle Türk milletinin hukuk-u umumiyesidir. İnkılabın her cüz'ü milletin sa'yinden ve hakkından müteşekkildir. Müddeiumumilerimizin onun tekmil icabat ve mukteziyatı etrafında en kıskanç ve uzaklara kadar mutarassıd, hassas nöbetçiler halinde bulunmalarını vazife-i asliyelerinden addederim.
Türk Cumhuriyeti, muhadderat-ı milliyeyi asırlarca sakim, feci an'anatıyla zülmün ve tahakkümün kan ve yangın selleri içinde sürükleyen saltanat ve hilafet tarihini imha etti. Bu cidalin en esaslı maksatlarından birisi de züefayı mütegallibenin, zalemenin zebunu ve entrikacıların aleti olmaktan halas etmek ve milleti kendi mukadderatına sahip kılmaktır. Asri ve medeni bir milletiz. Milletimiz garp medeniyetini billa-kayd ü şart kabul etmiştir. Hayatta muvaffak olmanın yegane yolu budur. Yılmaz ve kararları kat'i inkılabımız Türk Milletinin fırti ve çok feyizli istidadının inkişaf ve tenmiyesi için bu babta icab eden zemini ihzar ederek sü'ratle ilerlemektedir. Yüksek gayeye müteveccih herhangi bir süikast failinin bilaaram takibi ve bu takibatın milletin hukuk-u ummiyesi tatmin ve tazmin edilinceye kadar huzuru hakimde dahi endişe ve ısrar ile idame ve intacını talep ederim.
Tekmil mülahazatın fevkinde bulunan hukuk ve menafi-i umumiyenin siyaneti devlet ve hükümet kudretinin behemehal temin ve muhafazasıyla kabil olabileceğini ehemmiyetle hatırlatırım. Cumhuriyette devlet ve hükümet kudreti irade ve hakimiyet-i milliyenin en kati ve en esaslı bir ifade ve bir tecellisidir. Türk kanunlarının taht-ı zemanında bulunan iş bu selahiyet ve kudrete helal iras edecek en ufak bir teşebbüsün dahi milletin hakk-ı hakimiyetine sarih bir tecavüz telakkisiyle mütecasirlerinin mutlaka mahkeme huzuruna sevkini talep ederim. Hürriyet ve kanunu bir alet gibi ileri sürerek Türk milletinin en küçük bir menfaatini bile tehlikeye düçar etmek hakkını hiç kimse haiz değildir. Devlet halinde yaşayan milel-i mutemeddinede hürriyet milletin emrindedir; yüksek yararların gerektirdiği durumlarda genişletilir, sınırlanır ve belirlenir. Yakın bir tarihimizde ve eski zamanlarda dinlerin, despot ve zorba hükümdarlarla, rahipler ve misyonerler elinde baskı aracı olması gibi çağımızda özgürlük ve yasaların şunun veya bunun kişisel yarar ve entrikalarına araç edilmesine asla izin verilemez ve göz yumulamaz. Devrime karşı koyan muhalefetin özgürlükten ve yasalardan yararlanma hakkı yoktur. Bireyin değil, bireylerin tümünü kapsayan topluluğun, devletin yararı her düşünceye, her kaygıya üstün tutulmalıdır. Sınırsız, bireysel özgürlük, bireysel yarar tezini savunanlar özel emellerini, yararlarını, Türk ulusunun yüksek yararlarına ve özgürlüğüne üstün ve yeğ tutanlardır. Sınırsız bireysel özgürlükler, bireysel yararlar uygar ve düzenli toplulukları, devletleri yıkarak, anarşiyi, çoğunlukla despotluğu yaratırlar. Anarşi ve despotluk, hakkın batıla, güçsüzün güçlüye yenilgisi demektir.
Uygar uluslarda yasa ve özgürlük yüksek yararın savunulması için düzenlenir ve kabul olunur. Çağdaş devlet kuruluşuna ve bu kuruluştan yararlanmaya karar veren tüm toplumlarda bu, en kesin bir koşul ve zorunluluktur. Birey yok, topluluk vardır. Despotluk ve monarşiyle yönetilen ülkelerdedir ki yasa ve özgürlük bir bireyin veya zümrenin emellerinin tatminine yarayan bir araç olur. Bedevilik ve ilkel yaşam halindedir ki toplum değil bireyin yararları vardır.
Halkçılık esasatına müsteniden idare edilen bir memlekette intizam ve inzibatın her şekl-i idareden fazla bir ehemmiyet ve ısrarla teessüs ve inkişafı lazımdır. Bu düşturun asr-ı hazır medeniyetinin muvaffakiyet sırlarından en mühimmi olduğunu yad ve tezkar eylerim. Halk idaresinin ancak bu suretle mazhar-ı muvaffakiyat olacağından ve hukuk-u nassın ancak bu yoldan siyanet edilebileceğinden asla şüphe edilmemelidir. İntizam ve inzibat halk cumhuriyetlerinde irade ve menafi-i milliye gibi en yüksek bir selahiyetin icabatındandır. En son hukuk desatirine müstenid olan bu hakikatlerden Türk cumhuriyeti müddeiumumilerinin bir an bile mütegafil bulunmalarını istib'ad ederim. Kanunlarımınız hin-i tatbikinde bu cihetlerin ehemmiyetle ve mutlaka nazarı-ı itibara alınmasını talep ederim.
Müddeiumumilerimizin takip ve ikamesiyle mükellef bulundukları ceza davaları, huzur-u mahkemede esbab-ı sübutiye ve delail-i sairesiyle teşhir olunacaktır. Yalnız, mevadd-ı kanıniyenin tatbiki talebiyle iktifa edilmeyecektir. Cumhuriyet müddeiumumilerinin bu babtaki teşrihatını efkar-ı umumiyenin hukuk-u amme namına vukubulan herhangi bir ceza talebiyle, cürüm ve maznun hakkında tenviri ve ifa olunacak hükmün mahiyetine dair sarih bir fikir edinebilmesini teminen elzem ve labüd görürüm. Mahkeme-i Temyizce dahi davaların tedkiki esnasında vu cihetin fevkalade mucib-i suhulet olacağı izahtan varestedir.
Müddeiumumilik hüküm değil, dava makamıdır. Esnayı muhakeme ve ve mürafaada müddeiumumilerimizin kendilerini herhangi bir davanın tarafeyninden addederek ısrar ile teşrihatta bulunmaları ve nokta-i nazarlarının kabül ve tervicini teminen bi'l-cümle tarih ve vesait-i kanuniyeden istifadeyi asla ihmal etmemeleri lazımdır.
Hukuk-u umumiye namına serdettiği bir talebi terviç ettirememek Cumhuriyet Müddeiumumisi için mucib-i şeref olamayacağını ehemmiyetle hatırlatmak isterim.
Hapishanelerin haftada bir behemahal tetfiş olunarak bila-muhakeme mevkuf kalanların esbab-ı muhtasarasıyla bila-ihmal en yakın müfetteşliğe ve telgrafla Adliye vekaletine iş'arı lazımdır. Bir davanın tahrik ve takibi için bir şikayet vukuuna veya cihet-i zabıtaca müddeiumumiliğe tevdiine intizar edilecektir. Ittıla müsteniden tahkikata şüru ile herhangi bir mesele etrafında aid olduğu merciden malumat alınarak tenevvür edilmesi ve bu hususta fevkalade mütecessiz ve müteyakkız bulunulması hukuk ve emniyet-i umumiyenin selamet-i cereyanını teminen musırran matlubtur.
Türkiye Cumhuriyetinde (kimsesiz, bikes) bir ferd yoktur. Cumhuriyet böyle bir mefhumu asla kabul edemez. Nassın hukuku kanunlarımızın taht-ı tekeffülündedir. En aciz ve en kimsesizlerin muin ve müzahiri devlet ve onun hukuk-u umumiye mümessilleri bulunan müddeiumumilerdir. Kendilerini kimsesiz görenlerin her an ve zaman yanlarında haklarını aramakla mükellef müddeiumumiler bulunduğunu asla hatırdan çıkarmamaları ve bundan emin olmaları icab eder. Zayıf haklıların en kavi vaziyette bulunmaları Adliyemizin şiarı ve mefküresidir: Cumhuriyet Adliyesinin tealisini milli bir izzet-i nefs meselesi yapmakta olduklarından şüphem olmayan rüfeka-yı mesaime bu şerefli saha-yı faaliyette mutlak ve muhakkak olan muvaffakiyetlerini hararetle temenni ederim efendim.

Not : Polis Akademisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Birinci tarafından saptanan bu belge Yeni Türkiye Dergisi Cumhuriyet Özel Sayısı I (1998/23-24)' de yayınlanmıştır.
Belgenin sadeleştirme ve bugünkü dile uyarlanması Hakim Ahmet Akgül tarafından yapılmıştır..."

İKTİDAR NE İSTİYOR?

AKP iktidarı, TBMM 'ye sevkettiği aşağıda YARSAV ( Yargıç ve Savcılar Derneği) tarafından eleştirisi yapılan yasa metni ile 5 bin yeni yargıç ve savcı alımını, bu alımların da kamu avukatları arasından yapılmasını isteyen bir kadrolaşma gerçekleştirmek istiyor. Türkiye'de 8 bin yargıç ve savcının halen görev yaptığını hatırlatmak isteriz. Ayrıca Yargıtay'ı istinaf mahkemeleri yoluyla ortadan kaldırmak istiyorlar.
Bu yasa düzenlemesi ile hukuk tamamen siyasallaştırılacak ve vatandaş hukuksuz ve adaletsiz bırakılacaktır.
Bir süre sonra iktidar karşısında halkı ve hakkı korumak mümkün olamayacaktır. Halk kendi hukukuna sahıp çıkmak ve korumak zorundadır. Yoksa tarihin acı derslerini biz de yaşamak zorunda kalırız. Almanya'da Hitler'i kararlarıyla öve öve bitiremeyen yargıçlar ve savcılar nasıl ortaya çıktıysa , Türkiye'de de bu olamaz demek mümkün mü?
Aşağıdaki metni okuduğunuzda hukukun nasıl siyasallaştırılmak istendiğinin,olmaması gerekenlerin nasıl mümkün kılınmaya çalışıldığını göreceksiniz.

YARSAV 'IN SİYASİ PARTİLERE GÖNDERDİĞİ YASA METNİ TEKNİK ELEŞTİRİSİ :

"TBMM ADALET KOMİSYONU BAŞKANLIĞINA

Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç tarafından 14.11.2007 tarihinde verilen ve 19.11.2007 tarihinde TBMM Adalet Komisyonuna sevkedilerek, 21.11.2007 tarihinde üzerinde görüşme yapılan ve 28.11.2007 tarihinde de görüşülmesine devam edilecek olan "2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Teklifi" hakkındaki görüşlerimizin yazılı olarak bilgilerinize sunulması gereği duyulmuştur.

Genel Gerekçe hakkında


2802 sayılı Yasa'nın üç maddesinde değişikliğe gidilmesi ve bir madde eklenmesi teklif edilmektedir. Maddeler üzerinde görüşlerimizi ortaya koymadan önce, genel gerekçeden hareketle teklifle öne çıkan özellikle mülakat sistemi hakkında, aşağıdaki açıklamaların yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.

Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen hukuk reformu sonrasında yapılanan sistemde, Adalet Bakanlığına oldukça fazla görev yüklenmiş, yaşanan sorunlar yargıda yeni yapılanmalara gidilmesini zorunlu kılmış, bu bağlamda 1961 Anayasası ile Yüksek Hakimler Kurulu oluşturulmuştur. Erkler ayrılığının zorunlu gereği olmasına karşın, 1961 Anayasası öncesinde bağımsız bir Yüksek Hakimler Kurulu mevcut bulunmadığından 1961 Anayasası ile kurulan Yüksek Hakimler Kurulu'nun görevleri de doğal olarak Adalet Bakanlığınca yerine getirilmiştir. 1934 tarih ve 2751 sayılı Hakimler Yasası da bu anlayışı yansıtmaktadır.

Ancak; 1961 Anayasası ile Yüksek Hakimler Kurulu oluşturulunca, erkler ayrılığının zorunlu gereği olarak Adalet Bakanlığının Yargıtay üyeliği seçimleri dahil olmak üzere bir çok görevi de Yüksek Hakimler Kurulu'na devredilmiştir. 1982 Anayasası ile kurulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile bu anlayış sürdürülmüştür.

Hukuk devletinin güçlendirilmesi yolundaki gelişmeler, yargı bağımsızlığını egemen kılacak kural ve birimlerin, çağdaş anlayışlara uygun yorumlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu gün artık ülkemizde yargıç ve savcılarla ilgili bağımsız bir kurulun gerekliliği, mutlak gereken olan yargı bağımsızlığı olgusu nedeniyle tartışılabilir değildir. Bu nedenle Adalet Bakanlığının Cumhuriyet dönemindeki yetki ve görevlerini olduğu gibi koruması düşüncesi, tarihsel süreç içerisinde sürekli değişiklik göstermekte, Adalet Bakanlığı, erkler ayrılığı sisteminin yerleşmesiyle bir çok görevini zaman içerisinde devretmek durumunda kalmaktadır.

Yargıç ve savcıların mesleğe kabulleri ve kadro dağıtmak görevi 1982 Anayasasının 159 ncu maddesi uyarınca HSYKna ait görevler içerisindedir. Anayasa'da yargıç ve savcı adaylığı ile ilgili açık bir hüküm yer almamış ise de, Anayasa Mahkemesi 14.12.1995 tarih ve 19/64 sayılı kararında, "adaylık sürecinin de Anayasa'nın 140 ncı ve 159 ncu maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, adayların yürütme organınca belirlenmesi durumunda, bunun yargı bağımsızlığını zedeleyeceği ayrıca bu yöntemle alınan adayların, adaylık süreci sonunda bilahare HSYK tarafından mesleğe kabul edilseler bile bu durumun meslek mensuplarının kamu vicdanında tarafsızlıklarının tartışma konusu edileceğini, dolayısıyla adaylık sürecinde yürütme organının etkisinin ortadan kaldırılması gerektiğine" ısrarla vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi 07.02.2007 tarihli, 2006/162 Esas, 2007/15 sayılı kararında bu görüşünü açıkça ortaya koymamış ise de, bu durum "adaylık sürecinin" geniş bir yoruma tabi tutulmayıp, yargı ile ilgili hükümleri, bu konuda dar bir yoruma tabi tutması ve adaylığın açıkça Anayasa'da düzenlenmemesinden kaynaklanmıştır. Ancak 1995 tarihli Anayasa Mahkemesi kararında yer alan saptama, uluslararası metinlerde de benzer şekilde ifadesini bulmuştur.

Yargıç ve savcı adaylarının, yargıçlık sınıfında sayılmaması yolundaki 1982 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasasındaki düzenleme, onların mutlaka Adalet Bakanlığınca adaylığa kabulünü ve adaylık sürecinde de Bakanlığa bağlı olmalarını gerektirmez. Yargıç ve savcı adaylığı statüsü, geçici bir statüdür. Adaylık kadroları, Adalet Bakanlığına bağlı süreklilik arzeden kadrolar olmadığına göre, geçici statüleri sona erdirilince atanacakları kadronun yani mesleğin özelliğinin mutlaka gözetilmesi zorunludur. Aksi halde, halen olduğu gibi, yargıç ve savcı adaylarının yürütme organınca belirlenmesi ve adaylık sürecinde "genel idare hizmetleri sınıfına" tabi olmaları, bir başka ifadeyle memur statüsünde kabul edilmeleri nedeniyle, bu süreçte memurlaştırılan ve mesleğe alımın tek kaynağı "bu memurlar" olan kişilerin, mesleğe başladıktan sonra memurlaşmamalarını istemek bir çelişkinin de ifadesidir. Kamu görevi ile ilk tanışma anı olan adaylıktan itibaren memurlaşma sürecine tabi tutulan kişilerin mesleğe başladıktan sonra, üzerlerinden bu duyguyu atabilmeleri kolay değildir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nca ilan edilen 15.12.1985 günlü, 46/146 sayılı Yargı Bağımsızlığı Temel Şartı'nda;
"Yargıçlık mesleğine, yeterli hukuk eğitimi görmüş, yetenekli ve kişilikli bireyler seçilecektir. Seçim yönteminde, amaca aykırı düşüncelerin rol oynamasını engelleyecek tedbirler alınmalıdır. Yargıçların seçiminde, bir kişiye karşı ırk, renk, cinsiyet, din, siyasi veya diğer fikirler, milli veya sosyal menşe ve mal varlığı gibi düşüncelerle hiçbir ayırım yapılmayacak; ancak yargıç adayının ülke vatandaşı olması şartı, ayrımcılık olarak nitelendirilmeyecektir."
denilmiş ve yine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 13.10.1994 günlü, 518 inci toplantısında aldığı kararında
"Yargıçların mesleki kariyerlerine ilişkin tüm kararlar objektif kriterlere dayanmalı, yargıçların seçimi ve kariyerleri; eğitimsel özelliklerini, dürüstlük, yetenek ve etkinliklerini de gözeten liyakat esasına göre olmalıdır. Yargıçların seçimi ve kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli ve bu merci kendi usul kurallarını kendisi koymalıdır"
Kuralına yer vermiş, ayrıca 7.9.1990 tarihli BM Savcıların Rolüne Dair İlkelerdeki
"Savcıların göreve seçilmelerindeki ölçüler tarafgirliğe ve önyargıya dayanan atamalara ve bir kimseye ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal, toplumsal veya etnik köken, mülkiyet, doğum, ekonomik veya başka bir statü gibi nedenlerle ayrımcılık yapılmasına karşı güvenceler içerir"
şeklindeki kural ve benzeri düzenlemeler, artık yargıç ve savcılık yanında, onun ilk basamağı olan yargıç ve savcı adaylığı konusunda da siyasi etkilerin ortadan kaldırılması ve yürütme organının etkisinin bertaraf edileceği objektif düzenlemelerin getirilmesini zorunlu kılmıştır.

2003, 2004 ve 2005 yıllarında Avrupa Birliği uzmanlarınca düzenlenen Yargı İstişari Ziyaret Raporlarında özetle
"Yargı Bağımsızlığına dair BM Temel Prensiplerinin 10. İlkesi ve Hakimlerin Bağımsızlığına Dair Avrupa Konseyi Tavsiyesinin 1 (2) (c) ilkesi uyarınca; Adalet Bakanlığının hakim adaylarını seçme sürecindeki rolünün kaldırılmasını tavsiye ederiz. Bu konunun Adalet Akademisi ya da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu uhdesinde bırakılmasını teklif ederiz.
Adalet Bakanlığı, mülakatı yapan heyette görev alanların (yani Bakanlığın beş bürokratının), daha önce hakimlik mesleğini icra ettiklerini bu nedenle mekanizmanın kabul edilebilir olduğunu ileri sürmüştür. Uzmanlar, hakim adaylarının seçiminde yargı bağımsızlığı teminatının uygulanamayacağı yönündeki Adalet Bakanlığının iddiası ile görüş birliği içerisinde değillerdir.
…Netice itibarıyla Bakanlığın iddiasının yersiz olduğu düşünülmektedir. Buna ilaveten, uzmanların görüşüne göre mülakatı yürüten görevlilerin (Bakanlık bürokratlarının) hakim olması keyfiyeti, mekanizmayı korumamaktadır. Mülakat anında mülakatta görevli hakimlerin Adalet Bakanlığı tarafından istihdam edilen (Bakanlık bürokratı) görevliler olması nedeniyle bunların hükümete ve idareye bağımlı olması keyfiyeti sürmektedir. Bu yüzden, kimin hakim adayı olarak seçileceği kimin seçilemeyeceğine ilişkin kararlar üzerinden siyasi bir organ olarak Adalet Bakanlığının mutlak etkisi devam ettiği müddetçe, Türkiye'de yargı mesleğine girişi belirleyen prosedürün yargı bağımsızlığına önemli derecede halel getirdiği görüşünü ısrarla sürdürüyoruz.
… Personel Genel Müdürlüğü ile yapılan toplantı sırasında, Adalet Bakanlığının, mülakata katılan hakim adaylarının seçilmesinde uygulanacak aleni ve objektif kriterlere sahip olmadığı açığa çıkmıştır. Ayrıca, atamalarda siyasi etkiyi minimize etmeye ve taraf tutma, tutucu olma ve tanıdığını işe almayı azaltmaya matuf objektif standartlar düzensiz bir yöntemle uygulanmamaktadır.
…Tavsiyemiz, mülakatın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılması yönünde. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bu öneriyi kabul ettiklerini ve mülakatın kendileri tarafından yapılması gereğini bildirdikleri için bu öneriyi değiştirmeye gerek görmüyoruz."

düşünceleri ifade edilmiş, halen uygulanan sistemde adaylıkla ilgili işlemlerin Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünce yürütülmesi de eleştirilmiş; 2007 Türkiye-Avrupa Birliği İlerleme Raporunun 58 nci sayfasında ise, mülakatı yapan beş kişilik Kurul'a, (29.3.2007 tarih ve 234 sayılı Danıştay İDDK uyarınca) 12.6.2007 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Yönetmelik değişikliğiyle getirilen ve bu yasa teklifine de taşınan konusu, "görünüşte bir düzenleme ve değişiklik" olarak nitelendirilmiş, böylece mülakatı yapan kurulda yürütme organının etkisiz olması gerektiği kanaati tekrarlanmış bulunmaktadır.

1980 sonrasındaki bu kurallar ve metinlerde de gözetildiğinde, artık yargıç ve savcı adaylığı konusunda, çağdaş gelişmeleri izlemesi gereken Türkiye'nin de, Cumhuriyet dönemindeki sınırlı kurumların varlığı ortamında Adalet Bakanlığına verilen görevin, bu kurumdan alınarak, mülakat öncesi görevlerin, süreçte ortaya çıkan Türkiye Adalet Akademisi ile ÖSYM'ye, mülakat görevinin ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na devrini zorunlu kılmaktadır.

YARSAV olarak görüşümüz,

"Adaylık öncesinde ne kadar alım yapılacağına Adalet Bakanlığı ve Türkiye Adalet Akademisi'nin görüşüne başvurularak, HSYK tarafından karar verilmesi, adaylıkla ilgili sekreterya işlemlerinin (özerk hale getirilecek olan) Türkiye Adalet Akademisi tarafından yürütülmesi, adayların "genel idare hizmetleri sınıfında Adalet Bakanlığına değil, adaylık sürecinde özlük hakları yönünden gerekli düzenlemeler yapılarak Türkiye Adalet Akademisine bağlı olmaları, yazılı sınavla ilgili işlemlerin Akademi ile ÖSYM tarafından gerçekleştirilmesi, adaylığa girişteki mülakat işleminin ise HSYK tarafından yapılmasıdır". Bu aşamadan sonra ise halen uygulandığı üzere, adaylık sonunda Akademi tarafından yazılı ölçme ve değerlendirmeye tabi tutulan adayların, HSYK önünde dosya üzerinden mesleğe kabul kararı verilmeyerek ayrıca ikinci kez mülakata tabi tutulmaları yoluyla mesleğe kabullerinin benimsenmesi doğrultusundadır.


Hak ve özgürlüklerin etkin kullanımı, hukuk devletini ve bu bağlamda yargı bağımsızlığını tartışmalı kılmayacak, aksine güçlendirecek düzenlemelere bağlıdır. Bu bağlamda çağdaş gelişmelerden hareketle, Adalet Bakanlığının bu konuda görev üstlenmemesi, sadece yargı organları ile yürütme organı arasında köprü olma görevini yürütmesi gerekmektedir. Esasen, yargıç ve savcıları mesleğe kabul eden ve kadro dağıtan HSYK, geçici statüleri sona eren, sayıları ne olursa olsun, tüm adayları halen uygulandığı üzere mesleğe kabul durumunda bırakılmamalıdır. HSYK'nın, ileride kadro dağıtacağı bu kişiler dolayısıyla gerek ne kadar aday alınacağı gerekse adaylığa alım sürecinde görev üstlenmesi zorunluluktur. HSYK işlevsel hale getirilmek isteniyorsa bu düzenleme mutlaka yapılmalıdır.

Yasa teklifinin bu düşünceleri yansıtması beklenirken, uluslararası ilkeler gözetilmeden, halen Adli ve İdari Yargı Yargıç ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliği çerçevesinde Adalet Bakanlığı'nın yerine getirdiği ve en son 12.6.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan değişikliğe uğrayan yönetmelik hükümleri, yasaya taşınmaktadır. Bu hükümler oldukça fazla hukuksal sorunlara neden olmaktadır. Oysa konunun, hukuksal bakışla evrensel kabul gören biçimde düzenlemesi beklenmektedir. Ancak birebir yasaya taşınan bu hükümler nedeniyle, Yönetmelikteki sorunlu düzenlemelerin üzerine giden Danıştay, düzenleyici işlemin denetimi boyutuyla devre dışı bırakılmaktadır. Bu hükümler yasaya taşınarak, sorunları barındıran sistemi sürdürme iradesi sergilenmektedir. Bu tutum yargı üzerinde ciddi tartışmalara neden olacaktır. Bu teklif hangi düşüncelerle yapılmış olursa olsun, yargı üzerinde tartışmalı bir ortam yaratacaktır.

Kaldı ki Danıştay İDDK'nun 29.3.2007 tarihli kararı üzerine yapılan 12.6.2007 tarihli Yönetmelik değişikliğinde, yönetmelik değişikliği yapıldığı sırada devam eden sınavlarda ( ki idari yargı için açılan 100 kişilik kadro ile ilgili sınav bu kapsamdadır), mülakata çağrılma oranının, bu düzenleme ile getirilen ilan edilen kadronun % 50 fazlası yerine, eklenen geçici madde ile 5 katı olarak uygulanacağı yolunda Danıştay İDDK kararını dolanan söz konusu yönetmeliğin geçici maddesinin de, Danıştay 12. Dairesince 17.10.2007 tarihinde yürütmesinin durdurulması üzerine, Adalet Bakanlığınca yapılan itiraz, Danıştay İDDK'nun 22.11.2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Danıştay tarafından Adalet Bakanlığınca yapılan bu düzenleme
"Yargısal denetimle hukuka aykırılığı saptanan bir düzenleme nedeniyle, idarenin bu doğrultuda hareket etmesi gerektiği, dolayısıyla eski durumun yeni bir yönetmelikle sürdürülmesinin mümkün olmadığı"
gibi gerekçelerle yerinde bulunmamıştır. Böylece 12.6.2007 tarihli Yönetmelik değişikliği ile getirilen, ilan edilen kadronun ancak % 50 fazlasının mülakata çağrılacağı yolundaki düzenlemenin, devam eden ve YARSAV'ın açtığı davaya konu olan 100 idari yargı yargıç adaylığı için 150 kişi yerine 482 kişinin mülakata çağrılarak delinmesi uygulamasının hukuka aykırılığı ortaya konulmuştur. Ancak ilk 150 kişi yerine 482 kişi mülakata çağrılarak, bu kişiler içinden kazandığı ilan edilen 100 kişi staja başlatıldığından, bu kişilerin hukuksal durumları ciddi tartışmalara neden olmaktadır. Oysa yargı bu tartışmalara sokulmak yerine, uzak tutularak, yürütme organının yargı kararlarını dolanan düzenlemeler yapmaması gerekmektedir.

Adalet Bakanlığınca evrensel düzenlemeler görmezden gelinerek, uygulamanın ısrarla sürdürülmesi ve Danıştay kararlarıyla ortaya konulan bu hukuksal sorunlar karşısında, kalıcı hukuksal çözümler yerine, konunun Yönetmelikle düzenlenmeyip, aynı hususların yasaya taşınarak, Danıştay incelemesini etkisiz kılma sonucu yaratan bu yasa teklifi ve teklifle ortaya konulan düşünce isabetli olmamıştır.

Yazılı sınav ve mülakatla ilgili hükümlerin düzenleyici işlem olan "yönetmelik yerine yasa ile düzenlenmesi" düşüncesi, yukarıda belirtilen 1995 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı ile uluslararası düzenlemelere ve Anayasa'nın 140 ncı maddesindeki düşünceye uygundur. Ancak yasa teklifine bakıldığında amacın bu olmadığı görülmektedir. Yönetmelik hükümlerinin yasaya taşınması, yürütmenin düzenleme alanının daraltılması yönünden olumlu ise de, getirilen düzenlemelere bakıldığında, bu yolla idari yargının denetiminin daraltılması ve yasa ile bu konuda yürütmenin daha rahat yetki ve görev kullanımının önü açılması karşısında, bu durum son derece tartışmalı sonuçlar yaratabilecektir.

Yasama süreci itibarıyla, yargı ile ilgili konuların, yasa teklifi yoluyla TBMM gündemine taşınması olanaklıdır. Ancak, yasama ve yürütmenin bakışı ile yargıda bir takım düzenlemeler yapma yoluna gitmek ve süreçte ilgili birimlerden, yüksek mahkemelerden, HSYK'ndan ve konu ile ilgili sivil örgütlerden hiçbir biçimde görüş almadan yasama sürecinin yürütülmesi, bağımsız bir erk olan yargıyı, yasama ve yürütme karşısında güçsüz kılacaktır. Bu doğrultuda belirtilen görüşlere de başvurulması, daha demokratik, sağlıklı ve çoğulcu anlayışı yansıtan, yargı üzerinde tartışma yaratmayacak bir yasama sürecinin gerçekleşmesini sağlayabilecektir.

Teklifin 1 nci maddesinin birinci fıkrası ile, 22.12.2005 gün ve 5435 sayılı Yasa'nın 1 nci maddesi ile 2802 sayılı yasa'nın 8/c maddesine eklenen "hukuk fakültesinden mezun olanlar dışından alınacak adaylar bakımından, her dönemde ihtiyaç oranında" ibaresinin kaldırılması önerilmektedir.

Söz konusu hüküm, idari yargı yargıç adaylığı için, sadece hukuk fakültesi mezunu olma koşulunun getirilmesi tartışmaları nedeniyle, hukuk fakülteleri dışından alımlar yapılacaksa bunun "ihtiyaç oranında yapılması" kaydı konularak, ihtiyaç oldukça ya da ihtiyaç olduğu kadar hukuk fakültesi dışından alım yapılması amaçlanmış, idari yargıda çalışan yargıçların çoğunluğunun, böylece hukuk fakültesi dışından olması önlenmek istenmiştir. Bu hüküm 5375 sayılı Yasanın Cumhurbaşkanınca TBMM ne geri gönderilmesi üzerine tekrar çıkartılan 2005 tarih ve 5435 sayılı Yasa ile 2802 sayılı Yasa'ya eklenmiştir.

Halen tüm idari yargı organlarındaki hukuk fakültesi mezunu yargıçlar, mevcudun yaklaşık 1/3 ünü oluşturmaktadırlar. Hukuk fakültesi dışından alımların eleştiri konusu edilmesi ve giderek hukuk fakültesi mezunlarının oranının azalması nedeniyle, hukuk fakültelerini öne çıkarmak için bu hüküm getirilmiştir.

Ancak bu hüküm yasaya konulduktan sonra yapılan sınavların hiçbirisinde Adalet Bakanlığı, hukuk fakültesi dışından alımlar konusunda nedense "ihtiyaç oranı ilanı" yoluna gitmemiştir. Yazılı ve mülakat sonucunda genel başarı sıralamasına göre kazanan kaç aday var ise, fakülte kökenine bakılmaksızın alım yoluna gidilmiştir. İdari yargı sınavlarına çok fazla başvuru olmaktadır. Bu durum, hukuk fakültesi dışında bu sınava başvurabilecek mezun sayısının çok fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Hukuk fakültesi sayısı artsa da, başvuru toplamı içerisinde hukuk fakültesi kökenliler azınlıkta kalmaktadırlar.

Üstelik böyle bir fotoğraf görülmesine rağmen, çok fazla adayın katıldığı idari yargı sınavlarında, hukuk fakültesi dışından başvuranların sayısal çoğunluğu karşısında, genel konulardan sorulan hukuk sorularının herkesçe bilinmesi bu tabloyu sabitlemektedir. Şöyle ki uygulanan sistemle, her bir sorunun puan değerinin o soruyu yanıtlayan aday sayısına göre değişkenlik göstermesi, yani soruların puan değerinin doğru yanıtlanma sayısına göre hesaplanması karşısında, genel konulara yönelik hukuk sorularının puan değeri düşmekte, ancak ekonomi-maliye gibi derslere yönelik genel hükümler dışındaki soruların, bilen sayısı azlığı nedeniyle puan değerleri yükselmekte, böylece sonuçta başarı dengesi hukuk fakülteleri aleyhine ayrıca değişmektedir.

Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı temel Şartı'nda da ifade edildiği üzere "Yargıçlık mesleğine, yeterli hukuk eğitimi görmüş, yetenekli ve kişilikli bireyler seçilecektir." Bu çerçevede, yargıç ve savcı adaylığı için başvuruda bulunulurken, eğitim yönünden aranacak ölçüt, yeterli hukuk eğitimi görmüş olmaktır. Hukuk fakültelerindeki eğitim dahi, artan fakülte sayısı nedeniyle ülkemizde tartışmalara konu olabilmektedir. Hukuk fakülteleri dışında, hangi okullarda yeterli hukuk eğitimi verildiği, ilgili Anayasal kurum olan Yüksek Öğretim Kurulu'ndan sorularak, bu çerçevede hareket edilmelidir. Ancak idari yargıda giderek hukuk fakültesi mezunları aleyhine gelişen yapı nedeniyle, hukuk fakültesi dışından alınacak olanlar yönünden "ihtiyaç oranının korunması" zorunluluktur.

İhtiyaç oranının korunması, hukuk fakültesi dışından başvuranlarında hukuk fakültesi mezunları ile aynı sınava tabi tutulmalarını bertaraf etmemelidir. Ancak ilan edilen kadrolarda, hukuk fakülteleri ve diğer fakülteler arasında belirli bir oran ya da sayı öngörülebilir. Bu konu 5435 sayılı Yasa ile sınavı gerçekleştiren Adalet Bakanlığına bırakılmış ise de, Adalet Bakanlığı söz konusu yasa değişikliği sonrasında bu kurala işlerlik kazandırmamış ve uygulama yoluna gitmemiştir. Sonuçta 2007 yılında yapılan 100 idari yargıç adayı alımına ilişkin sınav sonuçlarına bakıldığında, kazananlardan sadece 33 kişi hukuk fakültesi mezunudur. Bu tablo, hukuk fakültesi mezunlarının başarısız oldukları anlamında değildir. Danıştay İDDK'nun 22.11.2007 tarihli kararı da bu görüşü reddetmemektedir.

İhtiyaç oranının uygulamada sınav ilanlarında gösterilmemesi nedeniyle, YARSAV tarafından Danıştay 12. Dairesi'nde Adalet Bakanlığı aleyhine açılan ve devam eden bir dava da bulunmaktadır. Söz konusu kuralın uygulanması değil, uygulanmaması belirsizlik ve olumsuz bir tablo yaratmıştır. Bu nedenle, bu ilkeyi kaldırmak yerine, ihtiyaç oranı yönünden yasaya azami bir oran konulabilir. Aksi halde, yasa ve yönetmelikteki "ihtiyaç oranı" kavramına uygulamada işlerlik kazandırmayıp, neden hukuk fakültesi dışından daha fazla alım yapılması yoluna gidildiği soruları, yargının saygınlığının zedelenmesine konu tartışmalara açıktır. İdari yargının özelliği elbette gözetilmelidir. Belirsizlik, bu kuralın varlığı nedeniyle değil, uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Çözüm, yasa teklifi ile ortaya konulduğu üzere, bu kavramın metinden çıkartılması olmamalıdır.

Teklifin 1 nci maddesinin 2 nci fıkrası ile, "avukatlıktan adaylığa alınacakların kendi aralarında" sınava tabi tutulmaları öngörülmektedir.

2802 sayılı Yasa'da yer alan düzenlemeler nedeniyle önceden, belirli koşulları taşıyan avukatlar HSYK önünde mülakata girerek doğrudan mesleğe kabul edilmekte iken, bu uygulama terkedilmiştir. 5435 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme sonrasında belirli koşulları taşıyan avukatlar, tüm adayların tabi oldukları ve Adalet Bakanlığınca yapılan yazılı sınav ve mülakata katılmakta, başarılı bulunan avukatlar altı aylık adaylık sürecine, diğer adaylar ise iki yıllık adaylık sürecine tabi tutularak mesleğe kabul edilmektedirler.

Yargıç ve savcılığa alımların sadece fakülte mezunları yerine, avukatlık mesleğinden de yapılması önemlidir. Bir çok ülkede bu doğrultuda uygulamalar yapılmaktadır. Ancak halen 2802 sayılı Yasa uyarınca adaylık sürecine tabi avukatların, ayrı bir ölçme ve değerlendirme sınavlarına tabi tutulmaları hukuksal değildir.

Avukatlık mesleğini icra ederek, pratiklerini geliştiren avukatların liyakat ve ehliyet yönünden, bu yönde pratik kazanmamış diğer aday adayları karşısında ayrı bir sınava tabi tutularak avantajlı duruma getirilmesi, eşitlik kurallarına aykırıdır. Bu durum avukatlar yönünden pozitif ayrımcılık yaratmakta olup, meslek pratiğini geliştiren avukatlar yönünden bu tarz koruyucu hükümler getirilmesi, alımlarda başkaca saiklerin rol oynadığı yolunda tartışmaları canlı kılacak ve mesleğin saygınlığını gölgeleyecektir.

Avukatların "kendi aralarında sınava tabi tutulmaları" konusu, 2005 tarih ve 5375 sayılı Cumhurbaşkanınca geri gönderilen yasada da yer almakta olup, bu hüküm o dönemde Adalet Komisyonunda da uygun görülmeyip metinden çıkartılmıştır. Konu Adalet Komisyonu raporuna
"uzun süren görüşmeler sonucunda, Cumhurbaşkanlığınca Kanunun geri gönderilmesine sebep teşkil eden 5375 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle 2802 sayılı Kanunun 8 inci maddesine eklenmesi öngörülen, avukatlık mesleğinden hâkimlik ve savcılık mesleğine geçişi düzenleyen (k) bendinin madde metninden çıkarılarak 1 inci maddenin bu doğrultuda değiştirilmesine karar verilmiş"
ifadeleriyle yansımıştır.

Avukatların ayrı sınava tabi tutulmaları, mesleki tarafsızlığa ve eşitlik kurallarına aykırıdır. Avukatlığa girişteki yazılı sınav 2006 yılında kaldırılmıştır. Bu nedenle avukatlıktan mesleğe gireceklerin de diğer adaylarla aynı yazılı sınava tabi tutulmaları zorunludur. Yazılı sınav ile aranan "liyakatin saptanması" olduğuna ve yargıçlık ve savcılık mesleği için olması gereken liyakat, avukatlıktan yapılan alımlar ile, fakülte mezunlarından yapılan alımlar yönünden farklı olamayacağına göre, bu düzenlemenin, hukuksal dayanağı bulunmamaktadır.

Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin'in 08.11.2007 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış olduğu konuşmada vurgulandığı üzere, "Ülkemizde halen 14.694 yargıç ve Cumhuriyet savcısı kadrosundan 10.632 si dolu olup, 4062 si ise boştur." Yargıdaki iş yükü çağdaş ölçütlerin çok çok üzerindedir. Ancak 4062 boş kadroyu, sadece avukatlar arasında yapılabilecek sınavlarla, bu kişilerin altı ay içerisinde mesleğe başlayabileceklerini düşünerek, doldurmaya çalışmak yolunun denenebilecek olması, yargıda daha başka tartışmalı sorunlara neden olacaktır.

Avukatların, sınava başvuran fakülte mezunları karşısında başarısız olacakları normal koşularda düşünülemeyeceğine, başarısız olmaları durumunda ise, böyle korumacı yöntemlerle, diğer adaylar yerine onların tercih edilmesi düşüncesi, mesleki donanım ve liyakat yönünden sorunlar yaratmaya olanaklıdır.

Avukatlık sınavının kaldırılması karşısında, avukatların HSYK tarafından mülakata alınması uygulamasının da daha önce terk edilmesi, avukat olurken, "alan bilgisi" yönünden bu tarz bir ölçme ve değerlendirme sınavından geçmeyen avukatlar lehine bu düzenlemenin getirilmek istenmesi, objektif ve hukuksal değildir. Amaç boş olduğu ifade edilen kadroları, altı aylık sürece tabi bu kişiler yoluyla bir an önce doldurma biçimindeki anlayışı doğrular niteliktedir. Türkiye bu yöntemi geçmişte öğretmenler yönünden denemiştir. Yargıda bu yol açılmamalıdır.

Kamu vicdanı önünde mesleğin tartışmalı kılınmaması için, yukarıda belirtilen nedenlerle, "kendi aralarında" ibaresi teklifte yer almamalıdır. Mesleki yönden tartışmalara yol açabilecek bu düzenleme nedeniyle 5435 sayılı Yasaya ilişkin TBMM Adalet Komisyonu görüşmelerindeki sonucun daha isabetli olduğu düşünülmektedir.

Teklifin 3 ncü maddesinin ilk paragrafı ile bir çok konunun protokole bırakılması, beraberinde çok fazla sakıncalı durum yaratmaktadır. Bu konu 06.8.2007 tarihinde Danıştay 12. Dairesi'ne açılan "ilgili yönetmelik hükmünün (11 nci maddesinin) iptaline yönelik" dava dilekçesinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Yönetmelikteki bu hüküm olduğu gibi Yasaya taşınmakta, ancak protokole esas olacak ölçütler düzenlemede yine getirilmemekte, yürütmenin hareket sahası geniş tutulmaktadır. Böylece YARSAV'ın açtığı bu konuya yönelik davanın sonucu da önemsiz hale getirilmektedir. Her sınav için ayrı ayrı yapılmakta olan protokollere konulacak hükümlerle, her sınav için ayrı puanlama ve notlama ve göreceli puanlama yapılması uygulamasına yasal boyut kazandırılmaktadır.

Şöyle ki aynı hükmün bulunduğu Yönetmelik yürürlükte olduğu dönemde, 15.10.2006 tarihinde yapılan 100 kişilik idari yargı sınavında, yazılı sınavda 70 puan barajını aşan 482 kişi mülakata çağrılmıştır. Yazılı sınav birincisi 84,775 puan almıştır. Bu sınavda ÖSYM ile yapılan protokol uyarınca (% 10 luk) standart sapma kuralı uygulanmış, bu kural nedeniyle, kazananların dağılımı ve sayısı da genişlemiştir.

24.3.2007 tarihinde yapılan 500 kişilik adli yargı sınavında (%20 olarak) başka bir standart sapma kuralı uygulanmış, bu sınavda daha az sayıda olarak 522 kişi 70 puan barajını aşmış, mülakata bu sayıda kişi çağrılmış, yazılı sınav birincisi 92, 971 puan almıştır.

Bu iki sınavda 2802 sayılı yasa'nın 8 nci maddesi hükmüne rağmen, yarışma sınavı olarak değil, tek ölçüt yetmiş barajını aşmak olarak konulduğundan yeterlik sınavı türünde yapılmıştır.

Bu aşamada Danıştay İDDK, 29.3.2007 tarihli kararıyla, mülakata çağrılma oranının liyakat ve başarı ölçüsünde belirlenmesi gerektiğini, sınavın 70 puanı aşan herkesin mülakata çağrılacağı bir yeterlik sınavı değil, Yasa'da düzenlendiği üzere yarışma sınavı olduğunu, bu nedenle 70 puanı aşmak koşuluyla, ancak sınırlı sayıda ve başarılı adayların mülakata çağrılması gerektiğini hükme bağlamıştır.

Bunun üzerine 12.6.2007 tarihinde yönetmelik değişikliği yapılmış ve bu çerçevede yine bu metinde de ÖSYM ile yapılacak protokolle düzenlenmesi öngörülen yazılı sınavın yürütülme ilkeleri nedeniyle, 3.11.2007 tarihinde ilan edilen 500 kişilik adli yargı sınavı için farklı bir puanlama yöntemine gidilmiştir. Bu yönteme göre, sınavda birinci olanın puanı kaç olursa olsun 100 puan almış sayılacağı ve ilan edilen kadronun en çok % 50 fazlası değil, mutlaka % 50 fazlasının mülakata çağrılacağı kuralı protokole ve sınav ilanına konulmuştur. Sonuçta ilan edilen sınavda birincinin, 100 puan almış olduğu kabul edilerek, (750 nci ile aynı puanı alması nedeniyle) 752 nci kişi 77,363 puan alarak mülakata son sıradan çağrılmıştır. Bu sınav için de (%20 olarak) farklı bir standart sapma ve puanlama yöntemi uygulanmıştır. Ancak sınav birincisine her halükarda 100 puan verilmesi uygulaması, İDDK kararı aksine, bu yolla yükseltilen puanlar nedeniyle, 24.3.2007 tarihindeki sınava göre daha fazla adayın başarılı "ilan edilmesi" sonucunu yaratmıştır.

Son sınavda, standart sapma uygulaması yapılmadan, cevap anahtarına göre herkese, soruların sabit puan değerinin verilmesi yoluna gidilse idi, mülakata, başarılı ancak daha az sayıda kişi çağrılacaktı. Birinciye 100 puan verilmesi uygulaması ve bu çerçevede çan eğrisi uygulaması ile tüm puanlar göreceli olarak yükseltilmiş, böylece gerçekte 70 puanın altında kalacak olan kişiler, yükselen bu puanları nedeniyle mülakata çağrılmışlardır.

Yazılı sınav liyakati ölçen sınavdır. Danıştay İDDK kararı bunu vurgulamaktadır. Liyakata yönelik kuralların değerlendirilmesi ise, ideal norma göre herkes için aynı biçimde saptanır. Ancak mevcut sistemdeki, soruları az veya çok bilme oranına göre puan değerlerinin değişmesi, ideal norma göre değil, diğer adaylar karşısında liyakatli olup olmama değerlendirmesine işlerlik kazandırmaktadır. Bu ise en başarısız bir sınıfta bile birinci olan kağıda 100 puan vererek, liyakatli kişi yaratma sonucunu doğurmuştur. Mart 2007 de yapılan sınavlarda başarı oranının düşük olması ve 70 barajını aşsın aşmasın daha fazla adayı mülakata çağırma düşüncesinin o sınav sonrasında (başarılı aday sayısı azlığı nedeniyle), yürütme organında iyice pekişmesi karşısında, standart sapma gibi uygulamalarla ilan edilen kadronun başarılı olsun veya olmasın mutlaka % 50 fazlasının mülakata çağrılması yolundaki son uygulamayla, artık puanlar göreceli olarak yükseltilmiştir. ÖSYM ile yapılan yazışmalarımız bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu tablo liyakat değerlendirmesinin, gerçek değil, göreceli puanlara göre yapılmasını ortaya çıkarmıştır. İDDK kararı ile sınırlı sayıda adayın mülakata çağrılması kararı nedeniyle, başarı puanları yükseltilerek, başarılı olsun veya olmasın puanları çan eğrisi yöntemiyle yükseltilen ve fazla sayıda aday çağırmaya yol açan sistemle, sonuçta Danıştay İDDK kararı yine dolanılmıştır. Çünkü, yazılı da alınan sınav puanı yükseltilince, bu durum mülakat sonucundaki ortalama başarı puanına da etki etmektedir.

Yönetmelik ve protokol yoluyla sürdürülen bu değişken sistem, şimdi yasaya taşınarak yasal dayanak yaratılmaktadır. İlan edilen kadrolar için, mutlaka mülakata aday çağrılması şart olmayıp, başarılı aday varsa onların çağrılması, yoksa yeni sınav yapılması gerekirken, mevcut uygulama her sınavda yeni sorunlar ve belirsizlikler yaratmıştır. Amaç başarılı olsun veya olmasın, mutlaka sınava giren kitleyi kendi içinde başarı sıralamasına koyarak, mutlaka mülakata ve adaylığa alım düşüncesini yansıtmaktadır.

YARSAV'da yönetmeliğin neden olduğu tüm bu durumları yargıya taşımıştır. Şimdi aynı düzenlemelerin yasaya taşınması, liyakati yansıtmayan yazılı sınav sisteminin ısrarla uygulanması iradesini yansıtmaktadır. Sınavı ÖSYM'nin yapması, ölçme ve değerlendirme yönünden tarafsızlık yönüyle gereklidir. Ancak ÖSYM'den uygulaması istenilen puanlama yöntemi liyakati yansıtmamaktadır. Sınavı ÖSYM'nin yapması ile bu tablonun görmezden gelinmesi amaçlanmaktadır. Puanlama ve değerlendirme yönünden, gerçek başarıyı yansıtan sabit bir sistemin benimsenmesi zorunludur.


2006 yılında idari yargı sınavında, sınav birincisi 100 puan üzerinden değerlendirilmiş, 82 puan almıştır. Ancak 29.3.2007 tarihli Danıştay İDDK kararı sonrasında, mülakata çağrılacak kişi sayısına kısıtlama getirilince bu sefer, 3.11.2007 tarihinde yapılan adli yargı sınavında sınavda birinci olan 100 puan almış sayılır denilerek, birincinin puanı yüze çekilip, en alttan yukarıya doğru puanlar göreceli olarak yükseltilmiş, böylece gerçekte yeterli not alamayanların puanları yükseltilerek mülakata girmelerine yol açılmıştır. Şimdi bu durum yasaya taşınmaktadır. ÖSYM nin yaptığı yazılı sınavda bile her sınavda farklı puanlama ve ölçme yöntemlerinin uygulanması, sistemi çıkmaza sokmaktadır. Yazılı sınavla ilgili konuların protokole bırakılıp, her sınav için protokol yapılmasına yasal dayanak yaratmak yerine, protokol için aranması gereken ölçütler İDDK kararı da gözetilerek mutlaka yasada yer almalıdır. Bu haliyle teklifin belirtilen maddesi yerinde değildir.

Teklifin 3 ncü maddesinin beşinci paragrafında "en çok yüzde elli fazlası" ibaresi isabetli olacakken, "yüzde elli fazlası" ibaresinin konulması yerinde olmamıştır.

Böylece yukarıda ifade edildiği üzere yazılı sınavda uygulanan standart sapma gibi yöntemlerle, mülakata ilan edilen kadronun mutlaka yüzde elli fazlasına kadar kişi çağrılmaktadır. Oysa yetmiş barajını aşmak koşuluyla başarılı olan var ise ilan edilen kadronun en çok yüzde elli fazlasına kadarı mülakata çağrılır denilmesi gerekirken, yukarıda ifade edilen puanlama yöntemiyle göreceli başarı sıralaması yaratılarak, mülakata, ilan edilen kadronun % 50 si fazlası kişi çağrılacaktır. Bunu sağlamak içinde hesaplama yöntemleri sürekli olarak yapılan protokollerle değişiklik arzetmekte, gerçek başarı ve liyakat olgusu görmezden gelinmektedir. Bu hüküm Yönetmelikten aynen alınmıştır. Bu konu Danıştay'da dava konusu edilmiştir.

ÖSYM de bu konuda Yönetmelikle yaratılan uygulamanın, dağılımı genişlettiğini beyan etmektedir. Yani göreceli başarı iddiası temelsiz değildir. Çünkü ilan edilen kadronun % 50 fazlası içerisinde kalan herkes başarılı ilan edilerek, hesaplama yöntemleri ile yükseltilen ve gerçek durumu yansıtmayan puanlamalarla, mutlaka/her halükarda bu kadar kişi mülakata çağrılmaktadır. Gerçek başarı değil, göreceli başarı öne çıkarılmakta, sonuçta aranan liyakat olgusu da, göreceli olarak var kabul edilmektedir. 3.11.2007 tarihli adli yargı sınavı da bu durumu yansıtmaktadır. Bu konudaki dava Danıştay ve Ankara İdare Mahkemesinde devam etmektedir. Yönetmelik hükmü yasaya taşınarak mevcut davalar konusuz bırakılmaktadır.

Teklifin 3 ncü maddesinin 6-7-8-9 ncu paragrafları, 12.6.2007 tarihli Yönetmelikten nakildir. Bu Yönetmelik değişikliği, 29.3.2007 tarihli Danıştay İDDK kararı uyarınca yapılmıştır. Konuyu Yönetmelik bazında inceleyen Danıştay, hakimlere sadece yasa ile görev verilebileceğinden, Türkiye Adalet Akademi Yasasından hareketle, örnekseme yoluyla mülakat kurulunda Akademiden de kişilerin olmasının objektiflik için zorunlu olduğuna karar vermiştir. Baktığı davada yönetmelikler bağlamında çözüm üreten Danıştay bu konuda doğal olarak HSYK'yı telaffuz etmemiştir. Bu durum, mülakat konusunda HSYKnın görevli olamayacağı ve Danıştay kararının da bu paralelde olduğu sonucunu yaratmamaktadır.

Danıştay İDDK'nun 29.3.2007 tarihli kararında
"… 2802 sayılı Yasa'nın 9. maddesinde "... yarışma sınavı ve mülakatı ..." ile ilgili hususların Yönetmelikle düzenleneceğinin öngörülmesine karşın, sınavın şekli ve sınav kurulunun oluşumu ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Yasa ile Adalet Bakanlığına sınav yapma ve buna ilişkin konuları Yönetmelikle düzenleme konusunda görev ve yetki verilmiş ise de, bu konuların münhasıran Bakanlık bürokratlarınca yerine getirileceğine ilişkin açık bir düzenleme yapılmamıştır.
Yönetmeliğin yayımlanmasından sonra 23.7.2003 tarihli ve 4954 sayılı Yasa ile adli, idari ve askeri yargı hakim ve savcıları ve noterler ile avukatların meslek öncesi ve meslek içi eğitimi için kurslar açmak, adli ve idari yargı hakim ve savcı adaylarının meslek öncesi eğitimlerinin hazırlık ve son dönemlerini ilgili Yasa ve Yönetmelik hükümlerine göre yürütmek v.b. görevleri yürütmek üzere kurulan Türkiye Adalet Akademisinin kuruluş amacı ve teşkilat yapısı ile değinilen görevleri gözetildiğinde, diğer bir deyişle alınacak adayların, Akademinin öğrencileri olacağı ve eğitim verecek olan kurumun adayların seçiminde de etkili olması gerektiği hususu dikkate alındığında "Mülakat Kurulu"nun, Türkiye Adalet Akademisinde görevli özellikle Danıştay ve Yargıtay mensuplarının da Bakanlık üst düzey yöneticileri ile birlikte katılımının sağlanması suretiyle oluşturulması gerekmektedir."

denilmektedir.

İfade edildiği üzere, bu karar mevcut yasalardan hareket edilerek, yönetmelik iptali ile ilgili davada iptal edilecek yönetmelik hükmünün yine bir yönetmelikle doldurulmasına matuf olarak verilmiştir. Kararın bu şekilde yorumlanması hukuksal gerçekliği yansıtmaktadır. Yoksa mevcut davanın niteliği gözetilmeden yapılacak yorumlar hukuksal olmayacaktır. Dolayısıyla yapılacak bir yasa değişikliğinde, mutlaka evrensel düzenlemelerin dikkate alınması gerekmektedir. Uluslararası düzenlemeler ve metinler gözetilerek HSYK nın konu hakkında görevlendirilmesinin Danıştay'ın söz konusu kararıyla çelişik bir durum yaratacağı asla söylenemez.

İDDK bu gerekçesi ile, mülakat kurulunda mutlaka/münhasıran Bakanlık bürokratlarının yer almaması gerektiğini ortaya koymuştur. Bunu yaparken, idarenin yerine geçerek mülakat kurulunun kimlerden oluşacağını söylememiştir, söylemesi de düşünülemez. Ancak kararda örnekseme yoluyla Türkiye Adalet Akademisi'nden söz edilmiştir. Çünkü Bakanlık bürokratları, yargıç sınıfında olsalar bile 2992 sayılı Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yasa ve 2802 sayılı Yasa'nın özellikle 38 nci maddesi uyarınca Adalet Bakanı'nın emri altındadırlar. Bu nitelikteki bürokratların yoğunluk ve çoğunlukta olacağı bir mülakat kurulu düşünülemez.

HSYKnın yapısı incelendiğinde, Adalet Bakanı ve Müsteşarının halen bu Kurulda yer almaları, HSYK'nın bir üyesinin Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulu üyesi olması da gözetildiğinde, mülakat kurulunun ısrarla Bakanlık etkisi altında olmasını savunmak ve HSYK nın bu konuda yetkilendirilmesi yolundaki anlayış kabul edilebilir değildir.

Yargıç ve savcıların mesleğe kabul işlemini, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi gereğince HSYK yapmaktadır. 2802 sayılı Yasa uyarınca HSYK bu mesleğe kabul işlemini, yargıç ve savcı adaylığı sıfatını alıp adaylık sürecini tamamlayanlar arasından yapmaktadır. Sonuçta HSYK'nın mesleğe kabul edeceği kişileri, halen mevzuat gereğince adaylığa kabul nedeniyle Adalet Bakanlığı belirlemektedir. Bu şekilde mesleğe kabul ve adaylığa kabul işlemlerinde farklı birimlerin görevlendirilmesi, adaylığa kabul işlemlerinin yürütme organınca yerine getirilmesi karşısında, yürütme organının ve idarenin bütünüyle objektif kurallar içerisinde hareket etmesini sağlayacak kuralların konulması, kuvvetler ayrılığı, mesleğin özelliği ve kamu yararı açısından zorunludur.

12.6.2007 tarihli Yönetmelik değişikliği ile kaldırılan düzenlemede "Mülakat Kurulu: Müsteşar veya görevlendireceği Müsteşar Yardımcısının Başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza işleri, Hukuk İşleri, Personel Genel Müdürlerinden oluşur." hükmü yer almakta idi. Yeni düzenlemede, mülakat kurulunda önceden bulunan beş kişi korunmuştur. Yalnızca Türkiye Adalet Akademisi'nden iki kişi eklenerek Kurul'un üye sayırı yediye çıkartılmıştır. Bu yönetmelik hükmü şimdi yasa teklifine konu edilmiştir.

Mülakat kurulunun yedi kişiden oluşan bu yapılanması ve üye sayısı itibarıyla, anılan Kurul'un objektifliği ve yansızlığı yine sağlanamamış, bu konuda kişilere yeterli güvence sunulamamıştır. Bakanlık bürokratlarının hepsinin Adalet Bakanına bağlı ve onun emri altında olması karşısında, yeni düzenlemeye göre mülakat kurulunun yansızlığı, tarafsızlığı ve objektifliğinden söz edilemez. Bu yapısıyla bile mülakat kurulu siyasi etkilere açıktır.

Mülakat kurulu başkanlığı görevinin, Adalet Bakanının emri altındaki ve yardımcısı olan Müsteşarca yerine getirilmesi de, gerek mülakat kurulunun icra edeceği göreviyle gerekse yeni yapılanmasıyla bağdaşmamaktadır.

Mülakat kurulunda Ceza İşleri Genel Müdürü ile Teftiş Kurulu Başkanı'da bulunmaktadır. Anılan iki kişinin 2802 ve 2992 sayılı Yasalarla kendilerine tanınan yetki ve görevleri gözetildiğinde, bu Kurul'da yer almamaları gerekmektedir. Bu Kurul'da yer almaları Kurul'un objektifliği, yansızlığı ve tarafsızlığını gölgelemektedir.

Şöyle ki, Bakanlığın görev alanındaki mülakat işleminde, herhangi bir usulsüzlük dile getirilmesi durumunda, işlem yapacak olanlar öncelikle Müsteşar veya yardımcısının onayıyla Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, sonra ise Teftiş Kurulu Başkanlığı'dır. Teftiş Kurulu Başkanlığınca gerçekleştirilen işlemlerden sonra yine Müsteşar veya yardımcısının(vekilinin) onayıyla Ceza İşleri Genel Müdürlüğü işlemlere devam edecektir. Adalet Bakanlığının bu çalışma yapısı itibarıyla, yoğunlukla ve de çoğunlukla Bakanlık bürokratlarından oluşan bu Kurul'da siyasi etki söz konusu olduğunda, olayı inceleyip araştıracak birim amirlerinin de mülakat kurulunda yer almaları, söz konusu olabilecek usulsüzlüklerin üzerine etkin bir şekilde gidilememesine neden olabilecektir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 15.12.1985 günlü, 46/146 sayılı Kararında "Hakimlik mesleğine, yeterli hukuk eğitimi görmüş, yetenekli ve kişilikli bireylerin seçilmesi öngörülmüş, seçim yönteminde ise, amaca aykırı düşüncelerin rol oynamasını engelleyecek tedbirlerin alınması gereğine" işaret edilmiştir.

Mülakat kurulunun bu yapılanması nedeniyle Müsteşar, Müsteşar yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı ve Ceza İşleri Genel Müdürü'nün bu kurulda yer almaları BM'nin anılan kararına da aykırılık oluşturmaktadır.

Ayrıca mülakat sınavının niteliği gözetildiğinde 2992 sayılı Yasa ile kendisine görev yüklenen Hukuk İşleri Genel Müdürü'nün bu sıfatı, mülakat kurulunda yer alabilmesi için tek başına yeterli değildir.

Bakanlık bürokratlarından mülakat kurulunda görev alanların ünvanları tek tek irdelendiğinde, bahse konu ünvanları taşımaları, mülakat kurulunda tartışmasız yer alabilecekleri biçiminde yorumlanamaz. Mülakat kurulunda yer alacak bürokratlar için haklı ve hukuksal gerekçeler söz konusu olmalıdır. Görev ve konumu gözetildiğinde, Personel Genel Müdürü dışındaki bürokratlar için böyle bir gerekçe söz konusu değildir.

Yukarıda sözü edilen BM kararından hareketle mülakat kurulunda Bakanlık bürokratlarının sayısal yönden de çoğunluk oluşturmamaları sağlanmalıdır. Ancak yapılan düzenlemede aksine hareket edilmiş, üye sayısı iki kişi artırılmakla, beş kişinin sayısal etkinliği de ortadan kaldırılmamış, sonuçta değişiklik öncesindeki yapının etkinliği sürdürülmüştür.

AB 2003-2004-2005 Yargı İstişari Ziyaret raporlarında, mülakatın Adalet Bakanlığınca yapılmaması açık açık vurgulanmaktadır. Uluslararası normlar bu raporlarda yer almaktadır. Ancak 12.6.2007 tarihli Yönetmelik değişikliği ile, bakanlık bürokratı beş kişiye Akademiden iki kişi eklenmiştir. Bu konu, yukarıda genel gerekçeye ilişkin bölümde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Mülakat kurulunun beş bakanlık bürokratı yerine bu kişileri de içinde barındıran yedi kişiye çıkartılması, 2007 Adalet Bakanlığı ilerleme raporunun 58. sayfasında bu değişiklik GÖRÜNÜŞTE DEĞİŞİKLİK olarak nitelenmiştir.

Mülakat Kurulu hakkında, yönetmelikteki tüm hükümler yasaya taşınmakta, böylece Danıştay da açmış olduğumuz Yönetmelik iptal davası konusuz hale getirilmektedir. Mülakat kurulu, mutlaka HSYK nın alanında olmalı, mesleğe kabul eden, mesleğin adayını yürütme organının belirlediği kişileri kabul etmek durumunda bırakılmamalıdır.

Yönetmelikte yer alan mülakatta, "yetenek, kültür ve çağdaş yaşam anlayışının" değerlendirme konusu edileceği yolundaki (RG 12.6.2007) madde, teklifin 3 ncü maddesinin dokuzuncu paragrafına taşınmamıştır.

Mülakat konusunda tüm yönetmelik hükümleri yasaya taşınmış ise de, bu hükmün yasaya nakledilmemesi, dikkat çekicidir.

Danıştay İDDK, 29.3.2007 tarihli kararında bu konuda

"Sözlük anlamı, davranış ve düşünceleri üstüne bilgi edinmek amacıyla bir kişiyle yapılan sorulu cevaplı görüşme olan mülakatın, yazılı yarışma sınavını tamamlayıcı nitelikte ve yine bilgi ve liyakati ölçmek, bunun yanında adayın hakimliğe yaraşır yeteneğe, kültüre, çağdaş yaşam anlayışına sahip olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılacağı açıktır. Bu kapsamda yapılacak olan bir mülakatın nesnel olduğundan sözedilebilmesi için mesleğin önem ve özelliği de dikkate alınarak bütün bu kriterlerin ne şekilde uygulanacağına ilişkin hususların, kriterlerin ağırlıklarını ve buna göre değerlendirme esaslarını içeren nesnel bir yöntemin düzenlenmesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla, Yönetmelikte mülakatın kriterleri açık bir şekilde düzenlenmelidir. Dava konusu Yönetmelikte ise belirtilen hususlara ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemekte, genel ifadelerle yetinilmektedir. Örneğin, ancak sağlık kurulunca tespit edilebilecek "fiziki durum"dan neyin kastedildiğinin açıklıkla ortaya konulmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Yönetmeliğin 28. maddesinde öngörülen yöntemde hukuka uygunluk bulunmadığı gibi, bu suretle tamamen Kurulun takdirine bırakılan mülakat yöntemi ile nesnellikten uzak bir uygulamaya neden olunabileceği de açıktır.

Kaldı ki, yukarıda çerçevesi çizilen düzenlemenin yapılmamış olmasının mülakat ile ilgili olarak açılacak bir iptal davasında yargısal denetimin yapılmasını güçleştireceği, hatta olanaksız kılacağı da ortadadır. Oysa mülakatta başarısız sayılma işleminin de, diğer tüm idari işlemlerin yargısal denetiminde olduğu gibi yetki, şekil, sebep, konu ve amaç olmak üzere işlemin tüm unsurları yönünden yargısal denetiminin yapılması esas olmalıdır. İdari işlemin yetki, şekil gibi salt usule ilişkin unsurları ile sınırlı olmak üzere yapılan bir yargısal denetimin, hukuk devleti ilkesinin öngördüğü güvenceyi sağlamayacağı açıktır.

Dolayısıyla mülakatta başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak altyapının tüm unsurlarıyla oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı idarenin görevidir. Yukarıda da belirtildiği üzere hukuk devleti ilkesinin, idarenin yargısal denetim yapmasını ortadan kaldıracak, olanaksız kılacak ya da güçleştirecek şekilde bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi mümkün değildir."

vurgusunu yapmaktadır. Bu karar karşısında, hakimliğe yaraşır yeteneğe, kültüre, çağdaş yaşam anlayışına sahip olup olmadığının mutlaka değerlendirilmesi gerekirken, bu düzenlemenin yasaya taşınmaması, yerinde olmamıştır. Kaldı ki, mülakatta subjektifliğin önlenmesi açısından mülakat yönteminin ve mülakatın kayda alınması gibi konuların yasaya taşınmaması eksikliktir. Ceza Muhakemesi Yasasına konan hükümlerle, belirli konularda ifadelerin elektronik kayda alınması kuralı getirilmiştir. Benzer bir uygulamanın, objektiflik yönünden, ileride bu ifadeleri alacak olan kişilerin seçiminde öngörülmemesi eksikliktir. Teknolojiden her alanda yararlanılırken, yargının konumu gereği hiçbir tartışma söz konusu edilmemesi için mutlaka bu alanda da yararlanılması ve mülakatın hukuksal denetime açık olarak cereyan etmesini sağlayacak önlemlerin alınması kaçınılmazdır ve çağın olanakları da buna uygundur. Oysa teklifte bu husus ta gözetilmemiştir.
Teklifin 3 ncü maddesinin son fıkrasında, yazılı sınav ve mülakat işlemlerine karşı dava açma süresi yedi güne indirilmektedir.
Bu konuda genel kural olan 60 günlük sürenin hak arama özgürlüğünü olabildiğince güçleştirecek biçimde yedi güne indirilerek bu teklife konu edilmesi, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Hak arama özgürlüğünün olabildiğince işler ve etkin kılınması gerekirken, bu alanda daraltmalara gidilmesi, tartışmalı sonuçları beraberinde getirecektir.
Teklifin dördüncü maddesi ile disiplin cezaları yönünden düzenleme yapılmaktadır. Bu maddenin beş paragraftan ibaret metninde, 2802 sayılı Yasa'nın 69 ncu maddesinde değişiklik yapılan fıkra (paragraf) sayısı sadece ikidir.
5435 sayılı Yasa ile değişiklik yapılırken eksik bırakılan konularda madde de değişiklik yapılmasının teklif edildiği görülmektedir.
Bu bağlamda ek bir madde ile, 2802 sayılı Yasa uyarınca uygulanan disiplin cezalarına ilişkin kararların yayımlanmasının önü yine açılmamıştır. Bu işlemin şimdiye kadar yapılmaması meslek etiği kurallarının uygulanması ve kapsamlarının bilinebilirliği yönünden, gerek anılan disiplin kurallarını uygulayanlar gerekse anılan kurallara tabi olanlar yönünden belirsizlik yaratmış ve etik kuralların geliştirilmesine engel oluşturmuştur.
Sonuç olarak;
2802 sayılı Yasa'da değişiklik öngören teklifin irdelenen maddelerinin yerinde olmadığı; yargı bağımsızlığına ve hukuk devleti ilkesiyle çeliştiği, bu teklifin yasalaşması halinde, kamuoyu önünde yargı için ciddi tartışmaların ortaya çıkacağı kaçınılmazdır. Yargı bağımsızlığı için, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nce de vurgulandığı üzere, bağımsızlığın sağlanması yanında, bu konudaki görünüm ve yaratılan genel kanı da önemlidir. Bu nedenle anılan teklifin belirtilen şekilde yasalaşmamasının uygun olacağı görüşünü taşıdığımız hususu,
Bilgilerinize sunulur.

Yargıçlar ve Savcılar Birliği
Yönetim Kurulu Adına
Başkan
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU

DAĞITIM:

Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM Grup Başkanlığına
Cumhuriyet Halk Partisi TBMM Grup Başkanlığına
Milliyetçi Hareket Partisi TBMM Grup Başkanlığına
Demokratik Toplum Partisi TBMM Grup Başkanlığına

BİLGİ:
Yargıtay Başkanlığına
Danıştay Başkanlığına
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığına
Adalet Bakanlığına"


Turkish Bar Association criticizes fast approval of the law on the judiciary.

Support to the judiciary: thousands of citizens protest against what they see as the government's attempt to politicise the judiciary.

Turks protest anti-judiciary law at pro-secularist rally

9 December 2007

ANKARA: Thousands of Turks protested on Sunday against a new law that opponents say will undermine judicial independence and demanded respect for secularist values in a new constitution being prepared by the Islamist-rooted ruling party.

Lawyers and judges led the demonstration to protest against the law, which changes the appointment process for judges and prosecutors.

The law introduces a justice ministry interview into the selection process. Critics say that opens the way for political interference.

Opponents have also criticised President Abdullah Gul, a former member of the ruling AK Party whose role is to review legislation, for approving the law in just a few days. Gul’s office said a review of the law had started before the draft went to parliament. “They do not know the importance of judicial independence ... but we will explain it to them, we will teach them,” Turkish Bar Association Chairman Ozdemir Ozok shouted to the crowd in Ankara. The judiciary is traditionally a bastion of secularism and the march turned into a pro-secularist rally.

It was reminiscent of massive protests earlier this year at which demonstrators accused the AK Party, whose roots are in political Islam, of undermining Muslim Turkey’s official secular order. “Turkey is secular and will remain secular!” protesters shouted, waving Turkish flags and pictures of Mustafa Kemal Ataturk, founder of the modern secular republic. reuters


Jurists rally against 'AKP takeover'

Dec. 10, 2007 - Turkish Daily News

Thousands of members of Turkey's legal profession and ordinary citizens protested against the adoption of a law that makes it easier to enter the judiciary in Ankara yesterday.

They believe such a move could "politicize" courts. The Turkish Bar Association led the rally that targeted what jurists consider “subjugation of the judiciary to the executive.”

The numerous defenders of secularism among holders of public office suspect that the ruling political party, the Justice and Development Party (AKP), wants to use this law to facilitate the entry of those who have similar political leanings. "Turkey is secular and will remain so," chanted the demonstrators, shown in images splashed across Turkish television stations.

The new law introduces a process that requires candidates to pass an examination and sit for an interview before a ministry-appointed board that elects from among the candidates. Judges claimed that the AKP was seeking control over the jurist cadres in the country. Adopted by Parliament on Dec. 1 and passed into law three days later by President Abdullah Gül the law permits lawyers to become judges or prosecutors.

The Turkish Bar Association criticized Gül's fast approval of the law on the judiciary, amid slogans “No notary in Çankaya.” Although Gül claimed that the law was approved after thorough examination, the opposition claims that he simply went along with the AKP's drive to take over the judicial system. During deliberations on the law, the AKP's members limited the condition of “having apprehension toward contemporary life” for new prosecutors to “being open to contemporary, scientific and technological developments.” The Bar had called on “everyone to resist against the attempts to topple the secular and democratic structure of Turkey.”

Association of Judges and Prosecutors had announced that it would bring the law before the Constitutional Court to annul it.

The AKP was also accused of failing to consult jurists during the preparation of its draft constitution. The government and Parliament will appoint certain members of the Higher Education Board (YÖK) and the Supreme Board of Radio and Television (RTÜK) according to the draft constitution.  


Critics claim the law will 'politicize' the courts and undermine secularist values

Rallies held against new law in Turkey

(Ankara - Dec. 10, 2007) Turkish lawyers, judges, non-governmental organizations, and ordinary citizens protested against a new law which may undermine the country's judicial independence.

The rallies, organized by bar associations and NGO's, were held in Ankara on Sunday to protest against a law which changes the appointment process for judges and prosecutors.

The draft which has been prepared by the ruling Justice and Development (AK) Party (known for its ties to political Islam) also introduces a justice ministry oral interview for lawyers entering the judicial office.

Critics claim the law will 'politicize' the courts and undermine secularist values.

Opponents have also criticized President Abdullah Gul for approving the law in just a few days. However, Gul's office said a review of the law had started before the draft went to Parliament.

The party is due to publish its draft constitution on December 15, 2007.